Yazan: Harun YÖNDEM
Attila İlhan’ı önce şiirlerinden tanıdım. Üniversitede asistan (araştırma görevlisi) olan bir ağabeyin elinde şairin bir kitabını görmüştüm.
Sonra kitapçılarda birçok eseriyle karşılaştım. “Hangi” başlığıyla yazılan kitaplardı bunlar: Hangi Batı, Hangi Sol, Hangi Atatürk, Hangi Sağ aklımda kalanlar. Bunların bazılarını okudum da. Sonra romanlarıyla tanıştım: Kurtlar Sofrası, Bıçağın Ucu, Fena Halde Leman ve Dersaadet’te Sabah Ezanları.
Sesini ilk defa bir konferansta duydum. 12 Eylül olmuş, neredeyse bütün dernekler kapatılmış, bütün toplantı, konferans, panel vb. yasaklanmıştı. O sıralar Ankara Kızılay Tuna Caddesinde bulunan Sanatsevenler Derneği’nde bir akşam üstü şairin konuşacağını öğrenmiştim. Gittim, caddeden yalnızca sesini duyabildik. Zarafet dolu Türkçesiyle sanatseverlere hitap ediyordu. Konu da hayli ilginçti tabii: Cinsellik. Seçilen konudan mı, yoksa askeri rejim altında rastladığımız ilk etkinlik olmasından mıdır, bilmiyorum, ilgi çok fazlaydı. İçeri girmek şöyle dursun, caddeyi dolduran insanlar arasında ayakta duracak bir yer zor bulmuştum.
Aradan uzun bir zaman geçmedi, şiirlerinden biri şarkı olarak çıktı karşımıza: Sultaniyegah. Hatta şöyle bir ayrıntı da var, TRT Repertuar Kurulu (o zamanlar radyo ve televizyon yayını yapan bir bakıma tek kuruluştu) şarkıda “sultanıyegah” diye söyleniyor diye reddetmiş, o kelime düzeltilerek tekrar okunmuş ve yayınlanmaya başlamıştı. Belki de o günlerde konuşulabilecek, tartışılabilecek konu kıtlığından olsa gerek, Milliyet gazetesi başyazarı Mehmet Barlas bununla ilgili bir yazı yazmıştı.
Beste, Ergüder Yoldaş’a aitti ve şarkıyı eşi Nur Yoldaş seslendiriyordu. İçinde alaturka diye adlandırılan Klasik Türk Müziğinden esintiler taşıyan bu eser, hayli ilgi görmüştü. Hatta yerine bir emekli subay geleceği anlaşılan dönemin radyo müdürü için de aramızda kalmak kaydıyla bu müziği bir bakıma vedalaşma şarkısı olarak programımızda yayınlamıştık. İnanın, şarkı gerek sözleri, gerek müziğiyle bana hala heyecan verir: “Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının / Başlar ay doğarken saltanatı sultaniyegahın”.
1981 yılı olmalı, TRT Radyo 1’de program hazırlıyorum. Şairle bir telefon röportajı yaptık. Sesi mikrofona uygun, telaffuzu düzgündü. Radyoyu, radyoculuğu, Sultaniyegah şiirini ve şarkıyı konuştuk. İkinci Dünya Savaşı yıllarından söz etti. Bir bakıma bu savaşın şarkısı sayılan Lili Marleen’i ilk defa kendisinden duydum. Sonra bir şiir okumasını istedim kendisinden. Tereddüt etmeden başladı:
ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir.
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
Attila İlhan’ın vefatından 5 yıl sonra kendisi için bir anma programı düzenledik. Sesinden bu şiiri yayınlarken bir teknik arıza oldu, kürsüden ben devam ettim. Sonra konuşmacılarımızdan Çolpan İlhan hanımefendi “Ben de bir şiir okumak istiyorum, abimden” dedi, ezberden onun bir şiirini okudu.
Anma toplantısına tekrar döneceğim, ama öncesi var: 80 li yıllarda yarışan iki sanat dergisi vardı. Gösteri ve Sanat Olayı. Bunlardan biri Attila İlhan’ın yönetiminde çıkıyordu. Milliyet Sanat’ın devamı olan Sanat Olayı gerçekten kültür sanat hayatımız için iz bırakacak nitelikler taşıyordu. Nitekim çıtayı hayli yükseltmiş, büyük ilgi görmüştü. Okuyucusuydum, orada yeni sesler, yeni imzalar tanıdım. Yakın zamanlarda vefat eden Hüseyin Avni Cinozoğlu bunlardan biriydi, onun birkaç şiirine programlarımda yer vermiştim. Bana kitaplarını göndererek teşekkür etti. Safranbolu’da yaşayan bu şairi görmek, yüzyüze konuşmak, görüşmek isterdim, nasip olmadı. Orada her ay yazan Hasan Bülent Kahraman vardı, ele aldığı konular itibariyle yazıları ilgimi çekerdi. Şimdilerde büyük bir günlük gazetede yazıyor. Geçenlerde imla ile ilgili hayli sivri yazılar yazdı, sevmedim, anlamsız, yersiz buldum, artık yazılarına bakmıyorum, ne yazdığını eskisi kadar merak etmiyorum.
Türkiye televizyonlarında yayınlanan ilk uzun soluklu dizilerin arkasında da senarist olarak Attila İlhan vardı. Sekiz Sütuna Manşet, Yarın Artık Bugündür ve unutulmazlar arasına giren Kartallar Yüksek Uçar. Bu son dizide Hanım Ağa rolünde Selda Alkor, Banazlı İsmail rolünde Sadri Alışık vardı. Banazlı’nın söylediği bir şarkı adeta yeniden doğdu:
Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
90 ların sonu muydu, yeni binyılın başı mıydı, hatırlamakta zorlanıyorum. Levent’teki İşsanat Kültür Merkezi’nde Attila İlhan şiirleri dinletisi yapıldı. Beni de davet ettiler. Ayşe Egesoy’la ben bölüm bölüm şiirler seslendirdik. Müveddet Anter, dönemin İş Bankası Kültür Yayınları Yönetmeni, Mürşit Balabanlılar ile şair ve dünyası hakkında konuştu. Arada piyano eşliğinde opera tarzı ile şiirlerden yapılmış besteler seslendirildi. Hayli özenle hazırlanmış bir programdı, kulis ikramları da bir hayli zengindi, hani denir ya bir kuş sütü eksik diye, gerçekten öyleydi. Sahneye çıkacağımız için atıştırmayı program sonuna bıraktık, ama dönüşte içecek bulmakta bile zorlandık, o açık büfe ikram tabaklarında pek bir şey kalmamıştı.
İstanbul Ağrısı şiiri o gün ilgimi çekti, çünkü o şiiri topluluk önünde ilk kez o gün seslendirdim.
Şiirin sonlarına doğru şair şöyle der:
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylül’ünde birader mırc ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
Daha sonraları bundan bir önceki bölümün de çok ilgi gördüğünü, birçok insanın şiirdeki ifadelerle özdeşleşip gözlerinin yaşardığını, ağladığını hissettim. Özellikle o parasız kalma, çarpılma bölümü beni de duygulandırır. İnşallah başımıza gelmez.
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul’san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Şairin sesi vardı burada, içten, samimi, sıcak, hafif bıçkın, sokaksı ama edalı. Attila ilhan şiirleri belki de bu yaşanmışlığıyla çekiyordu içine. Okuyanı da dinleyeni de, seslendireni de adeta bu büyülü dünyanın içine çağırıyordu.
2010 yılıydı, İstanbul şiirlerinden oluşan bir dinleti gerçekleştirdim. Dostlar ve şiirseverler Altunizade Kültür Merkezi’ni doldurmuşlardı. Attila İlhan’ın istanbul Ağrısı” şiirini seslendirdiğimde öyle ilgi gördü ki, unutamam.
Sisler Bulvarı olsun, Emperyal Otel olsun, Pia olsun hep bir yaşanmışlığın buruk tadını hissettiriyor. Bazen, ekşi, bazen sıcak, bazen buz gibi soğuk, bazen kaynar su kıvamında, ama hep buruk. Belki dudaklarda belli belirsiz bir gülümseyiş, belki içten bir iç çekiş.
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşebaşında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Hele bu şiirin girişi
“ben sana mecburum, bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum”
Şair sonradan albümler de yapar. TRT yıllarından arkadaşımız rahmetli Servet Somuncuoğlu şairi stüdyoya sokar, şiirlerini seslendirmesini sağlar, albümler yapılır, CD ler çıkar. Günümüzde bu örnekler internette karşımıza çıkar.
Sanırım bu şiir ilk albümde yer alıyordu. Orada da şairin o “mıh gibi” sözünü vurgulayarak söyleyişi ilk işittiğimde dikkatimi çekmişti, adeta mıh gibiydi.
Aysel Git Başımdan, Kimi Sevsem Sensin, Ayrılık Sevdaya Dahil hemen hatırladığım şiirleri… Bir de 34 FN 346 var dilime takılan:
geceyarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin
Şairin şapkaları da dikkat çekicidir. Kaptan şapkası hep başındadır, neredeyse yere kadar uzanan atkısı da boynundadır çoğu kez. Bir şiiri nedense çok bilinmez, ama onu da sonradan seslendirmiştir kendisi. Genç yaşta kaleme aldığı bu şiir ona 1946 yılında ödül de kazandırmıştır. Edebiyat tarihimiz içinde önemli bir olay olan Cahit Sıtkı’nın “Otuz Beş Yaş Şiiri” ile birinci olduğu CHP Şiir Armağanı’nın ikincisi genç Attila İlhan’dır. Şiirin adı “Gavurdağlarından Rivayet, Cebbar Oğlu Mehemmet’tir. Nasıl başlardı o dizeler:
kaman civarına bahar gelince
yıkılır ovadan abdal çadırları
yücesinde pâre pâre duman tutmuş
düdüldağ’ın yaylâsında mekân kurulur
hoş gelmişsin evvel bahar
nisan ayı içinde donanır dağlar
donanır yeşilinden alından
…………………………….
Yine dikkat çeken bir memleket şiiri de var şairimizin. Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılında 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı naklen yayınını TRT radyoları için Samsun’dan yapmıştık. O yayında Türkiye adlı bu şiiri de okumuştuk:
türkiye türkiye dağlarını duman almış
üzümler memleketi tütünler memleketi
türkiye türkiye çok gülmüş çok ağlamış
sabırlı bağrıyanık insanlar memleketi
bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi
pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş
ya o nehirler delirip gür gür gelirler
bir şarkı gibi dağdan denize yürümüş
Şair vefatının 5. yılında İBB desteğiyle Beyoğlu-Tünel’deki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde anıldı. Fotoğrafları ve kitaplarından, şapkası, kaşkolu, daktilosu vb. özel eşyalarından oluşan sergi açıldı, katılanlar için küçük bir kitapçık dağıtıldı, TRT’de yayınlanan belgeseli gösterildi. Kendi sesinden şiirleri dinlendi. Kardeşi, sinema oyuncusu Çolpan İlhan, Prof. Yakup Çelik, Nedret Çatay, Ahmet Oktay konuşmalar yaptılar. Toplantının sonunda Attila İlhan’ın senaryosunu yazdığı, Çolpan İlhan’ın da rol aldığı Yalnızlar Rıhtımı filmi gösterildi. Katılımcılar bu filmi sonuna kadar seyretti. (Organizasyonu ve takdimini yaptığım bu program için Attila İlhan Bilim Kültür ve Sanat Vakfı’ndan da destek aldığımızı kaydetmeliyim.)
O günden bu güne defalarca Attila İlhan şiiri seslendirdim. Özellikle topluluk önünde seslendirdiklerim büyük ilgi gördü. Geçtiğimiz günlerde jüri üyesi olarak bulunduğum bir yarışmada bir öğrenci onun Türkiye şiirini seslendirdi. Bir kez daha anladım ki, Attila İlhan dizeleriyle, yazılarıyla, fikirleriyle hep var olacak. Son sözleri de ondan alıntılayalım:
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
tahrip gücü yüksek
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilla ilhan ölür…
HARUN YÖNDEM Özgeçmişi: İlkokulu köyü olan Terziali’de, ortaokulu ilçe merkezinde, liseyi de Ordu, Perşembe ve Ankara’da okudu. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans yaptı.
TRT de spiker, yapımcı, yönetici olarak çalıştı. Birçok program hazırladı, seslendirdi, sundu. Halen bir gazetede haftada bir yazıyor.
Eserleri
Yarım Elma (şiir)
Radyo Geceleri (yazılar)
Konuşmama Hakkına Sahipsin (notlar)
Kaynak: Antoloji.Com
Fotoğraflar, Harun Yöndem arşivindendir.
TEŞEKKÜR: Harun Yöndem‘e Attila İlhan’a ilişkin değerli Anılarını ve ilişkin fotoğrafları TurkishLibrary.Us sitesiyle paylaştığı için kendisine çok teşekkür ediyoruz.
– Bu yazı, 10 Mart 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Harun Yöndem‘in New York’ta Şiirleriyle Attila İlhan etkinliğimizde 1 Mart 2009 tarihinde vidyo ile katılmış olduğu “İstanbul Ağrısı” #AttilaİlhanNY
#AttilaIlhanNY @TurkishLibraryMuseum @NewYorkBK #DünyaŞiirGünü #lightmillennium @UNDGCCSO #UNDPINGO
Sosyal Medya: @Harun Yondem @lightmillennium
@TurkishLibraryMuseum #TurkishLibraryMuseum
LinkedIn @The Light Millennium
The US Turkish & Library Museum (TLM) web sitesi, The Light Millennium kuruluşu bünyesindedir (2001, New York). Bu sitede ki yayınlar, etkinlik ve bülten içerikli yayınlar hariç, yazılı izin alınmadan kopyalanamaz-çoğaltılamaz. Teşekkür ediyoruz. TLM.
1999-2019, “The Light Millennium” (2001, New York), Birleşmiş Milletler Küresel İletişim Sivil Toplum Kuruluşları Birimine 2005 yılından itibaren üyedir (#lightmillennium @UN-DGC-NGO #UNDPINGO).
©2019, Turkish Library & Museum – www.TurkishLibrary.Us – 10 Mart 2019, New York