[Attila İlhan] Diyalektiğin doğası gereği, herşey tersine dönecektir. Uzun vadede ve geniş açıdan bakıldığında herşey devinim içindedir; olduğu gibi kalamaz; değişecektir. “Heraklitos’tan beri ‘akan suya kilit vurulamayacağını bilmiyor muyuz?” der.
Sunum: Prof. Sibel Erol, New York Üniversitesi
GİRİŞ: 1 Mart 2019 Cuma akşamı T.C. New York Başkonsolosluğu’nda ve “The Light Millennium”un organizasyonunda gerçekleştirilmiş olan “New York’ta Şiirleriyle Attila İlhan” etkinliğinin “Açılış Bölümü”nde, davetli konuşmacı olarak New York Üniversitesi’nden Prof. Sibel Erol “Attila İlhan’ın Türk Şiir’indeki Yeri” adlı bir sunum gerçekleştirmiştir.
Özellikle #DünyaŞiirGünü (UNESCO) çerçevesinde düzenlenmiş olan program da 35 şiir sunulmuştur. Prof. Erol’un konuşması ise programda sunulan tüm şiirleri kapsayacak nitelikte akademik bir zemin oluşturmuştur. Etkinlikte, Attila İlhan’ın şiirleriyle New York’ta Türk-Amerika toplumunun her kesitinden katılımı teşvik edilmiş ve sağlanmıştır.
Prof. Sibel Erol’un konuşma metninin tamamını şiir ve edebiyat severlerin ilgisine aşağıda sunuyoruz. 1 Mart 2019 Cuma akşam ki şiir sunumlarının yoğunluğu nedeniyle, program esnasında bu konuşmanın daha kısa bir versiyonu sunulmuştur.
#AttilaİlhanNY TurkishLibrary.Us, 10 Mart 2019, New York
ATTİLA İLHAN’IN HAYATI
İlk önce Attila İlhan’in hayatı hakkında biraz bilgi vererek başlamak istiyorum. Attila İlhan 1925’te Menemen’de doğdu; çocukluğu ve ilk gençliği annesinin ailesinin yaşadığı Menemen ve sonra da (aslen Sivaslı olan) babasının avukatlık bürosu açması sebebiyle taşındıkları İzmir’de geçti. Babasının kaymakam olarak atanmalarından dolayı değişik Anadolu kasaba ve kentlerinde de yaşadı.
Eğitim hayatında bazı aksamalar oldu. Lisede beğendiği kıza Nazım Hikmet’in şiirlerini yolladığı için okuldan atıldı, hapse girdi ve Türkiye’deki okullarda okumaktan men edildi. Babasının açtığı ve kazandığı dava sonucu liseyi 1946’da bitirebildi. İstanbul Hukuk Fakültesine başladı ve orada iki yıl okudu. Bitirmeden, 1949 da Paris’e gitti ve oradaki Nazım Hikmet’in hapisten çıkarılması için yapılan faaliyetlere katıldı. Tekrar İstanbul’a dönüp fakülteye devam etti ancak üniversiteyi bitirmedi.
Paris’te bulunduğu üç dönem oldu. İkinci kez 1951’de gidip Fransızca öğrendi; oradaki kültürel ve sosyal hayata katıldı. En son olarak 1960-65 döneminde arada birçok defa İstanbul’a ve İzmir’e gidip gelişlerle Paris’te yaşadı, babasının ölümüyle İzmir’e kesin dönüş yaptı. İkinci Paris dönemi sırasında, sanat anlayışını ve sanatın toplumsal rolü hakkındaki fikirlerini kesinleştirip Kendi Kendime Sanat Konuşmaları (1951) adı altında yazdı. Kendi kuşağını İkinci Dünya Savaşı dönemi kuşağı olarak tanımlıyor. Savaş döneminde Türkiye’deki sıkıntılar ötesinde savaşın insanlık üzerinde etkisi ve sonuçlarıyla bilinçlenmiş, ölümü her boyutuyla derinden düşünmüş bir nesildi onlarınki.
Hem kendisinin söylediklerine hem de onu tanıyanların onun hakkındaki gözlemlerine göre son derece macera ve serüvene açık (ki şapkalı Kaptan imaji bu yönünü temsil ediyor) bir tarafı olmakla beraber çok disiplinli, dakik ve çalışkan bir hayat tarzı vardı. Kendisi bunu ta küçüklüğünde ilkokul öğretmeni ve annesinin konuşmasındaki çelişkilerle anlatıyor ve sanki “farklı iki çocuktan bahsediyorlar gibi olurdu” diyor, “bir tanesi çok uslu, terbiyeli çalışkan bir çocuktan; öteki edepsiz, yaramaz, asmaların üstünde dolaşan, ortalığı kırıp geçiren bir çocuktan bahsederdi.”[1]
1965’te Izmir’e dönüşü ve 20 yıl evli kaldığı eşi Biket’le evlenmesi ile 1965’te başlayan dönemden sonraki hayatı da İzmir’deki dönem, Ankara’daki Bilgi Yayınevi’nde çalıştığı 1973’te başlayan Ankara dönemi ve 1981’de başlayan Istanbul’da Gelişim Yayınları için çalıştığı dönem olarak üçe ayrılıyor. Bu yayıncılık işlerinden başka hayatının her döneminde Demokrat İzmir, Milliyet, Cumhuriyet gibi değişik gazeteler için yazılar yazmıştır. İlk adının duyulması daha lisedeyken dönemin tanınmış şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın üçüncü olduğu kendisinin ikinci olduğu CHP 1941 şiir yarışmasıyla olmuştur. İlki Duvar (1948) olan 12 şiir kitabı, 13 roman, “Hangi” serisinin de içinde olduğu düşünce kitapları, bir hikaye kitabı yazmıştır.
SENARİST, ŞAİR ve YAZAR ATTİLA İLHAN
Kariyerinin başında Yeşilcam için 15 senaryo, 1980’de televizyon için yedi dizi yazmıştır. Andre Malraux’dan üç tercümesi vardır. Bu dolu dolu hayatta hem soruşturmalar hem de eleştirilerden kurtulamamışsa da halk tarafından çok sevilmiş bir şairdir. Istanbul’da Divan pastanesinde ofisi gibi kullandığı, misafirleriyle konuştuğu üstünde adı yazan bir masasının olması bu sevginin sadece bir göstergesidir. Belleğinin kuvvetiyle tanınır. 2005’te kalp krizinden ölümüne kadar hep üretmiştir.
ATTİLA İLHAN’IN İKİ TEMEL KAVRAMI: DİYALEKTİK VE GERÇEKÇİLİK
Attila İlhan denilince hemen akla gelen iki önemli kavram vardır. Bunlardan birincisi diyalektiktir. Bunu, yani, her gelişmenin bir tez, tersi olan antitezin doğuracağı sentez olduğu fikrini kavram olarak Fransa’da öğrense de zaten kendi hayatındaki tezatlarda kendi diyalektiğini bizzat yaşadığını söyleyebiliriz.
Kendi anlatışına göre, 1956-58 arasında Erzincan’da yaptığı askerliği sırasında bir gece, bir 2-4 arası nöbetinde hayat ve ölüm arasındaki tez-antitez çarpışmasını düşünürken ölümün hayatı yokedeceğini kabul edip umutsuzluğa kapılmıştır. Divan edebiyatı şiirindeki hüznün de, tam da o sıralarda okuduğu Nasurüddin-i Tusi’nin rubailerindeki üzüntünün de bu gerçeği gösterdiğini düşünür. Şairin görevi bu hüznü halkla paylaşmaktır çünkü gerçek budur. Ama bunun ötesinde yapması gereken başka bir şey daha vardır: bu ölümle oluşan sentezi, onun sonucu olarak ortaya çıkacak “doğurgan çelişkilere bağlamak.” [2]
Diyalektiğin doğası gereği, herşey tersine dönecektir. Uzun vadede ve geniş açıdan bakıldığında herşey devinim içindedir; olduğu gibi kalamaz; değişecektir. “Heraklitos’tan beri ‘akan suya kilit vurulamayacağını bilmiyor muyuz?” der.[3] Ona göre, “Sanatçının yaratma özğürlüğünü en geniş sınırlara ulaştıran, diyalektiğin çevik ve sürekli değişkenliğidir.” [4] Diyalektiği hem düşüncesini ve hem de şiirinin formunu şekillendiren bir kavram olarak düşünebiliriz. Ayrıca, hayatı boyunca kaybetmediği, çevresindekilerin, fikir arkadaşlarının vurgulayarak bahsettiği iyimserliğinin kaynağıdır da. “Diyalektik Gazel”de “Karşıtıyla gelir herşey/Mutlak çözümlerden vazgeç” der.
Attila İlhan’la ilgili ikinci temel kavramsa toplumsal gerçekçiliktir. Bunu kişileri, toplumsal problemleri, fikirleri doğdukları tarihsel çerçeve içinde anlamak ve anlatmak olarak anlayabiliriz. Hiç bir düşünce, karar ve davranış, içinde bulundukları şartlardan, bağlamlardan soyutlanamaz çünkü onları yaratan tarihi, ekonomik gerçek şartlar vardır. Bunu ancak gerçekçilik (realizm) yolu ile temsil etmek mümkündür ve bunun temsili de toplumsal gerçeği en açık ve doğru şekilde ortaya koyacaktır, yani gerçekçilik hem metod hem de sonuçtur; iletkendir.
Attila İlhan’in şiirlerindeki konular, temalar ve kullandığı şiir formlarına baktığımızda diyalektik fikri ile toplumsal gerçekliğin nasıl birbirine geçtiğini görürüz. Şiirlerinde toplumsal konular vardır ama bunlar adı ve sanı ile geçen kişilerin hayatlarında ve tecrübelerinde somutlaştırılır, böylece hem daha anlaşılır hem de duygusal olarak yakın kılınır. İlk kitabı Duvar’da olduğu gibi toplumsal sorunları ele aldığı sadece bu boyutta şiirler de yazmıştır. Duvar, Çanakkale Savaşı sırasında Çukurovadaki insanların yaşam savaşını göstermekten başka, son bölümünde Ikinci Dünya Savaşını da şiirsel yolla hikaye eder. İkinci şiir kitabı Sisler Bulvarı’ndaki şiirler toplumsal çerçeveyi kişisel duygularla ve bilhassa aşkla birleştirir. Ama sadece aşk hakkında olan şiirleri vardır. Bunlar bulundukları kitaplarda başka şiirlerin toplumsal odakları ile dengelenir. Benzer şekilde duygu, şiirlerinde, fikirle birleşir. “An Gelir”’de “görünmez bir mezarlıktır zaman”der. “Muhayyer”de “ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız/söylediklerimizle değil söylemedilerimizle varız” diye hatırlatır. “Yalnızlığı Denemek”te “sevmek insan yüreği kadar/küçükse büyüğünü taşıyamazsın” der. “Diyalektik Gazel”’de “nasıl doğmakla başlarsa ölüm/ölmekle başlar öyle hayat“ sözleriyle duyguyu bir iç aydınlanma anına bağlar. Kendi iddiasına göre Türkiye’nin ilk metropol şairidir; yani şehrin pis ve karanlık yönlerini anlatır: Yahya Kemal’in saygıyla seslendiği aziz İstanbul’a “İstanbul Ağrısı”nda kabadayı kızgınlığıyla “ulan yine sen kazandın İstanbul /sen kazandın ben yenildim,” diye bağırmıştır. Yine kendi açıklamasina göre, aşk şiirlerinin benimsenmesindeki sebep de aşkı şehir hayatının detayları ve sorunlarıyla, okurların hayatlarında deneyimledikleri zorluklarla anlatması ve bundan dolayı okurların şiirlerinde kendilerini bulmasıdır.
Hem diyalektik hem de toplumsal gerçekçilik çerçeveleri Attila İlhan’ı Doğu-Batı arasında fikir, yaşam felsefesi, edebi form gibi konularda sentezlere sevk eder. Batıda yaşadığında aslında çok çesitli batılar olduğunu görüp kendi modernleşmemizde hangi batıyı seçmemiz gerektiğini düşününce kendimiz olmamızın gerektiği sonucuna varmıştır. Aydınlar da modernleşmede ilhamlarını halktan almalıdır; yoksa halklarından koparlar. Edebi bağlamda ise serbest nazım şeklinde yazdığı şiiri halk şiirinden ve Divan şiiri geleneklerinden beslenmiştir. Dadaloğlu, Köroğlu kadar Gevheri, Dertli, Zihni gibi halk şairlerinden etkilenmiştir. Nedim, Baki, Fuzuli hayranıdır. Rubai ve gazel formlarını modern hayatı anlatmaya açmıştır. Yaptığı sentezi “Kaside ya da gazel diye yazdıklarım gerçekte klasik anlamda birer kaside veya gazel değildirler, ama o geleneğin yeni koşullar içinde denenmiş halkalarıdır”[5] diye tarif eder.
Etrafındakilerin eleştirisine rağmen şiirine, Divan şiirinden esinlenen Arapça ve Farsça kelimeler sokmuştur ve bunu tam da “öz” Türkçe tartışmaları sırasında yapmıştır. Aynı zamanda, halk şiirindeki, tekrarlar, dramatik konuşmalar, bilhassa tekrarlanan zarf öbeklerinden etkilenmiştir. “Yalnızlık Şiiri”nde “yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım” dediğinde; “An Gelir”’de “paldır küldür yıkılır bulutlar” betimlemesinde veya “İstanbul Ağrısı”nda “yıldızlar kayarken/şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen/sen” dizelerinde bunun örneklerini görebiliriz.
Attila İlhan’a göre şiir yazılmaz, söylenir.[6] Kendisi şiirlerini ilk önce mırıldana mırıldana ritmiyle, ses olarak oluşturur. Nazım Hikmet’in de Bursa Cezaevinde böyle yaptığını öğrendiğinde çok sevinmiştir. Belki de şiirlerinin şarkıya dönüşebilmesinde önemli bir etken de budur. Şiirlerinin biçimleri erken şiirinde daha serbesttir. Daha sonraki şiirlerinde formu, kafiyeyi daha devamlı bir şekilde şiirinin yapı taşı olarak kullanır.
ATTİLA İLHAN ŞİİRLERİNDE İMGE’NİN ÖNEM VE NİTELİĞİ
Yine onu farklı kılan kullandığı kuvvetli, dramatik ve bazen şaşırtıcı imgelerdir. Örneğin, “Ben Sana Mecburum”da “belki haziranda mavi benekli çocuksun,” veya “Biraz Paristen,” “Place Pigalle” şiirindeki “bir omzuna almış sanki gökyüzünü/dudakları masmavi alsace lorrain” gibi Picassovari imajlar, şaşırtır. Attila İİhan’a göre şiirin temeli kelime değil de imgedir.[7] Ilk önce şiirine imge seçimiyle başladığını söyler. Kelime bu imgenin kalıbıdır ve onun seçiminde hangi çağrışımları uyandıracağı en önemli önceliktir. Daha sonra başka hangi kelimelerin bu çağrışımları sağlamlaştıracağını ve hangi kelimelerin tersine kapı açacağını planladığını söyler. Genel bir imge repertuarı vardır. Aşk, yalnızlık temasının işlenmesinde yağmur, bulutlar, sonbahar, gökyüzü, yıldızlar, karanlık, aydınlık, üşüme, ısınma, çiçekler, kırmızı gibi renkler önemlidir. Bu imgeler duyguları, özlemleri, pişmanlıkları görsel bir somutlukla bağdaştırır ve dramatik bir şekilde kullanır. Kendisinin vurguladığı gibi sinema şiirindeki en etkili sanattır. Şiirlerinin izlenebilir dramatik içeriği vardır, bazen şiirleri sahneler olarak gelişir.
Dramatik olayın ve somutlaştırmanın odak noktası kişidir. Bu kişi aşk şiirlerinde adı da verilen, böylece bireyselliği vurgulanan ve çoğu zaman “sen” diye hitabedilen kadınlardır. Bu kadınlara bazen “Zeynep Beni Bekle”’de olduğu gibi, “kederli yalnızlığını mutlaka değiştireceğim/zeynep beni bekle mutlaka döneceğim” diye söz verir. Bazen Pia gibi hep yaklaşıldıkça kaçan bir ideal kadının veya idealin peşinden koşar ve “Ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın” diye hayıflanır. Ve de bazen “Aysel, Git Başımdan”da olduğu gibi” hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim….aysel git başımdan ben sana göre değilim”der. “An Gelir”’de ve “Sisler Bulvarında” olduğu gibi bazı şiirlerinde kendi adını da kullanır. Ad aynı zamanda, hatırlanabilmenin önkoşuludur; hatırlamaksa, vefa ve sadakatin sembolüdür. Aşkının kuvvetini şair, “Adımla Nasıl Berabersem” şiirinde “hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların/bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan…. adımla nasıl berabersem öyle beraberiz” diye betimler. Şiirin sonunda, şair “sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın” dediğinde adın, kalp ve el kadar vücudun ve benliğin bir parçası olduğu anlaşılır. “Ben Sana Mecburum”’da “ben sana mecburum bilemezsin/adını mıh gibi aklımda tutuyorum”da sevgilinin benliği adı ile özdeşleşir ve sevgiliye işaret eden ve hatta onun yerine geçen bir metonim olur. Gördüğümüz gibi, Attila İlhan için ad bireyselliğin, kimliğin özüdür. Bundan dolayı Attila İlhan adının doğru olarak (yani, iki t ve bir l ile) yazılması için yaşamı boyu uğraşmıştır.
Attila İlhan Türk şiirini bu yöntemler ve fikirler ile genişletmiştir. Eğer kronolojik ve kavramsal olarak kimler arasında geçiş sağlamış diye düşünürsek onu Nazım Hikmet ile İkinci Yeni şairleri arasına yerleştirebiliriz. Nazım Hikmet’ten şiirin formu, işlevi, kaynakları konusunda beslenmiştir; kendi keşifleri ve sentezleriyle toplumsal kökü olan şiiri geliştirmiştir. Kendi döneminin Garip hareketine imgeye olan düşmanlıklarından dolayı karşı olmuştur. Imgelemi ön plana çıkarmasından dolayi Ikinci Yeni’ye önderlik etmiştir ama imgeleri toplumsal bir çerçeveden kopardıkları için Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi İkinci Yeni şairlerini son derece de eleştirmiştir.
Prof. Sibel Erol, New York Üniversitesi
Kaynaklar:
[1] Attila Ilhan Armağanı: Kaptan’a Saygı ile, editor Yakup Çelik, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara: 2006, s.7.
[2] Attila İlhan, “Başlangıçta Diyalektik Vardı,” Kimi Sevsem Sensin, Türkiye İş Bankası Yayınları: İstanbul, 2012, s. 11.
[3] “Başlangıçta Diyalektik Vardı,” s. 12.
[4] “Başlangıçta Diyalektik Vardı” s. 12.
[5] Hilmi Yavuz, “Attila İlhan’la” Açtırma Kutuyu!..(Röportajlar (1946-1983), derleyen Belgin Sarmaşık, Bilgi Yayınevi, Ankara-İstanbul, 2004, s. 97-103.
[6] Attila İlhan, “Şiir Söylemek,”elde var hüzün, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2003, s.122-23.
[7] Attila İlhan, “Kelime,” elde var hüzün, s.99-100.
– . –
Fotoğraflar: Demet Demirkaya, The Light Millennium
Vidyo: Harun Yöndem, İstanbul Ağrısı
HOŞ GELDİNİZ (Program – tek sayfa)
THE LIGHT MILLENNIUM’UN TANITIMI
Etiketler – Sosyal Medya: #SibelErol #NYU #AttilaIlhanNY @NewYorkBK #DünyaŞiirGünü #lightmillennium @lightmillennium @TurkishLibraryMuseum #TurkishLibraryMuseum
LinkedIn @The Light Millennium
The US Turkish & Library Museum (TLM) web sitesi, The Light Millennium kuruluşu bünyesindedir (2001, New York). Bu sitede ki yayınlar, etkinlik ve bülten içerikli yayınlar hariç, yazılı izin alınmadan kopyalanamaz-çoğaltılamaz. Teşekkür ediyoruz. TLM.
1999-2019, “The Light Millennium” (2001, New York), Birleşmiş Milletler Küresel İletişim Sivil Toplum Kuruluşları Birimine 2005 yılından itibaren üyedir (#lightmillennium @UN-DGC-NGO #UNDPINGO).
©2019, Turkish Library & Museum – www.TurkishLibrary.Us – 10 Mart 2019, New York