Kitap – Söyleşi: Elvan ARPACIK – 2. Bölüm (son)
Bircan Ünver ile yeni kitabı, “BİN YIL DAHA… Işık Binyılı Yolculuğunda İlk 20 Yıl” üzerine
Yayınevi: IşıkBinyılı.Org (Ekim 2020) | Sayfa: 224 sayfa
Genel Kategori: Kültür – Yaşam – Gelecek
#BinYılDaha #BircanÜnver #IşıkBinyılı #isikbinyili #ElvanArpacık
Bircan Ünver’in son kitabında, yirmi yıldır üzerinde çalıştığı, araştırdığı uzak gelecek üzerine, zaman zaman bugüne dönerek ayrıntılandırdığı düşünceleri ve Işık Binyılı’nın geçmişten (1999’den – 2019’a) günümüze ‘kişisel bir manifestodan kurumsallaşmaya” uzanan yolcuğu yer alıyor.
Bin Yıl Daha adlı kitabıyla ilgili olarak kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik. Birinci bölümde, Işık Binyılı’nın öngörüsü ile “insanın uzak gelecekteki zihin yapısı, bilinç düzeyi üzerine düşünmeye iten” nedenler üzerine konuştuk. Bu bölümde ise Işık Binyılı Derneği‘nin amacı, hedefi ve kurumsal düzeyde bizden beklentileri üzerine soruları kendisine yönelttik.
Söyleşi – 2. ve son bölüm | 1. Bölüm
Uzun yıllara dayanan tanışıklığımda Bircan Ünver’in kültür ve sanatla var olduğuna, nefes alıp verdiğine tanık oldum.
İlk çıkardığı “En Kutsalı Yaratmak” (1995, Say Yayınları), ikinci, “Sanatın Labirentlerinde…” (2016, Kişisel Yayın” ve “Işık Yollarında…” (2017, Şiir, Kişisel Yayın) kitaplarından sonra, “Bin Yıl Daha…” adlı dördüncü ve son kitabı ise Ekim 2020’de IşıkBinyılı.Org (yayınevi statüsüyle) tarafından yayınlandı.
E. Arpacık: IşıkBinyılı.Org’un insanlığı davet ettiği binlerce yıl sonrasına hazırlık için bizlerin neler yapması gerekmektedir?
B. Ünver: Çok güzel bir soru. Çok teşekkür ediyorum. Birinci ilke, kendi içinde ve dünya ile barışık olmayı başarmak… Ve bunun hiç de öyle kolay olmadığının da farkındayım.
İkinci ilke, kendi öz birikim, tecrübe, gözlem ve yaşanmışlıkların en olur ise olsun, ondan hep olumlu bir çıkarım ile düşünsel ve/veya sosyal-kültürel-sanat içerikli ürünler ortaya çıkartmak ve kamuya ulaştırmak.
Bunu yaparken de ticari veya popülerite kaygılarıyla değil, aynen nefes almak ve su içmek ihtiyacında olduğu; bunu en temel ihtiyaçlardan biri olarak yaşama katmak ve aileye-çevreye ve dünyaya da bunu şeffafça ortak bilince kazandırmak…
Biz bugünden yarınlar için, gelecek yüzyıllar ve binyıllar için; bireysel kazanımların-dönüşümlerin kendi yaşamımıza dönüşmesi hedefli değil, yarınlara, gelecek kuşaklara daha iyi bir dünyanın düşlerini kurmak ve insanlık için yeryüzündeki varlığımızı olumlamalıyız. İnsanlığın –insanca gelişerek / robotlaştırılmadan, insani ve bilinç ve duygusal ve de kültürel değerlerini de büsbütün insanlık belleğinden silmeden ve o belleği gelecek kuşaklara da aktararak– daha iyi bir dünya ve gelecek için, bugünden pozitif-yapıcı tohumlar ekmeye başlar isek, ancak o zaman belki yarınlar ve gelecek kuşaklarda doğup-yaşayacak olanlar için daha iyi bir dünyanın temellerini atmamız da mümkün olacaktır…
Başka bir deyişle, her birimiz ve her insan, altın arayıcıları misali, üstelik dağ-tepe-orman dolaşmadan, çevreye, doğaya ve insanın yaşama hakkına da zarar vermeden ve kendi yaşamını da ‘altın arama’ adına riske etmeden; çok daha pratik ve elinin altında ve ulaşması en kolay olan DNA’sındaki potansiyel altını aramayı-bulmayı-işletmeyi ve topluma dönüştürmeyi seçebilir… Bunu da her gün müzik dinlemek, şarkı söylemek, bir enstrüman çalmak, yürüyüş veya bir spor yapmak gibi yaşamının vazgeçilmez bir boyutu haline getirebilir…
E. Arpacık: İstanbul’da 2010 yılında “IşıkBinyılı.Org” kısa adıyla dernekleşmeyi takiben geçen son on yılı özetler misin?
B. Ünver: Işık Binyılı (www.isikbinyili.org) gerek web sitesi gerekse dernek olarak, özellikle İstanbul’da Ocak 2010’da dernekleşmemizi – kurumsallaşmamızı takiben, sürekli bir yıpratılma ve siber saldırılar ile karşı karşıya kaldı. Bunun sorumlularını tahmin ediyorum. Ancak yasal girişimlerde de hem Amerika’dan hem Türkiye’de bulunmuş olmama rağmen hiçbir sonuç alamadım.
Burada, neden bu kadar minüskül bir web sitesi ve minüskül bir dernek ile özellikle 2010’dan itibaren sürekli ateş altında kaldı, bırakıldı, diye sorabilirsin?
Buna belki tek bir yanıt, “bir damla gerçeklik, bir okyanus dolusu yalanlardan daha güçlüdür,” anlayış ve yaklaşımını bir yaşama biçimi ve öz’ü olarak temel almış olmamızdır. “Bir damlacık su” boyutunda dahi olsa hayatı temelde “doğru” yorumlayışımız, Türkiye’de ve Amerika’da bazı karanlık güçler ile kötü senaryo yazarları, uygulayıcıları ve onların güç merkezlerdeki temsilcilerini rahatsız etmiş olmalı ki, hedef alındık. Hakkımızda yüzde-bin zıt ve çok yanlış ve haksız bir algı yaratıldı. Yoksa, dernek olarak kendimize ait halen ofis olarak kullanabileceği bir apartman dairesi dahi yoktur. Ve tek bir tam veya yarım-gün maaşlı kadrolu çalışan elemanı da yoktur. Tüm yayınlar ve tanıtımlar da gönüllü kategorisinde yapılmış iken, genel mantık yürütme çerçevesinde, biz bu gerek siber ataklar gerekse haksız ve “suç” teşkil edecek nitelikteki toplumu yanıltma-yanlış yönlendirme kadar, dernek olarak yayın haklarımızı ihlal amaçlı yapılmış olan, hiçbir algı operasyonlarına maruz kalmamamız gerekirdi… Ancak gerçek karşımızda ve bir veya iki veya üç kez değil, sürekli hep siber saldırı boyutunda hem de “algı” yaratma boyutunda mağdur bırakıldık… Kaldı ki sitenin ve derneğin yayınları ve amaçları, kesinlikle siyasi ve/veya dini değildir. Doğrudan insanın kendini ifade etme özgürlüğü, bilinç düzeyinin yükseltilmesine hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir katkı ve sosyal destek ve gelişme projelerini hedefler.
Öz ve temelde ise Atatürk’ün, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine, demokrasiye, laikliğe ve güçler ayrılığını temel alır, dernek amaçları ve yayın ilkelerimiz…
E. Arpacık: Bundan sonraki süreç ve yakın geleceğe ilişkin düşüncelerin neler?
B. Ünver: Bu noktada, elbette bugüne ve bundan sonraki sürece-yıllara, on yıllara yoğunlaşmakta yarar var. Bu bilgiler doğrultusunda, sitemiz IşıkBinyılı.Org’u yeniden yapılandırıyoruz. Yine gönüllülük bazında ve kurumsal işbirlikleri, bültenler, haberler dışında, içerik olarak orijinal kültürel ürünler ile sitemizde yayın amaçlı gönderilecek ürünler ve “Covid-19” sonrası işbirlikleri çerçevesinde fiziki ortamlarda gerçekleşecek etkinlikler, özellikle eğitim, bilim, araştırma, sosyal destek, yeni buluşlar, sanat, edebiyat ve kültürel ürünleri destekleyici sosyal projeler – yayınlar ve programları hayata geçirmek hedeflerimiz arasındadır. Bu çerçevede, örneğin sponsorlukların ve/veya işbirliklerinin teminine bağlı, özellikle dezavantajlı kesimlerden çocuklara, eğitim bursları sağlamak, sosyal destek projeleriyle eğitim, öğrenim ve yaşama koşullarını iyileştirecek içerikte destekler sunmak, sitemizde yayınlanmış orijinal içerikteki seçme yazılardan kitaplar yayınlamak, diğer kültür-sanat ürünlerine dönüştürmek, günün teknolojik koşullarına bağlı multimedya projeler üretmek, uluslararası konferanslar düzenlenmek ve onların her birini içerik ve hedeflerine göre Türk ve dünya kamuoyuna mal etmek…
E. Arpacık: Bazı iklimbilimcilere göre dönülmez noktadayız. Gezegenimizin fazla zamanı yoksa eğer hangi bin yıllara uzanacağız? İklimler için çözüm geliştirilse de Dünya’mız önce Güneş’in ısısının düşmesiyle yok olacak sonra da sonsuza genişleyen evren milyarlarca yıl sonra sönümlenecek ve yok olacak. Bu kadar uzak gelecek için çabalamanın mutlaka istisna bir amacı vardır, nedir o amaç?
B. Ünver: Bilimsel olarak, her insanın olduğu gibi her bir gezegen, yıldız ve güneş sistemi ve galaksilerin de bir ömrü vardır. Tabii onların oluşumundan-doğuşuna ve ölümüne her bir küçük veya büyük bir patlama ile bir gezegen, güneş veya yıldız patlarken, ölürken, evrene yaydığı partiküller ile yenilerinin doğmasının tohumlarını da uzayın sonsuz boşluğuna yayıyor… Tabii zaman dilimleri milyon/milyarlarca yıl veya ışık yılı uzaklıklarıyla ölçüldüğünde, bizim yaşam süremiz ve bin veya ikibin yıl gibi tanım ve kavramlar da çok minüskül kalıyor… Burada Kozmik Takvim’i de dikkate almak ve hatırlamakta da fayda var. Çünkü 13.8 milyar yıl, bir yıllık bir Kozmik Takvim içinde, her ay 1 milyar yılı temsil ediyor ve her gün ise yaklaşık 40 milyon yılı…
Önümüzdeki bin veya ikibin yılı Kozmik Takvim projeksiyonuna yansıttığımız zaman bu sürenin ne kadar minüskül bir zaman dilimi olduğu gerçeği de, yeryüzü ve insanlık tarihi açısından karşımıza çıkıyor, değil mi?
O istisna amaç (bir insanın yaşamı ile sınırlı olabilir), vizyon-öngörü, yeryüzünün topyekün infilak ettirilmeden, insanlığın doğal felaketler veya nükleer ve/veya biyolojik savaşlarla topyekün kıyıma uğratılmadan, başka gezegenler ile gezegenler arası komşuluklar kurulması, dostluklar geliştirilmesi ve insanlığın; evrende varlığını, yeryüzü tümden infilak etse ve güneşimiz de tümden sönse dahi, insanlık güneşi ve bilincinin evrende varlığını devam ettirmesidir de… (Bu görüş ve vizyonda, Arthur C. Clarke’ın kitapları, denemeleri ve uluslararası konferanslarda sunmuş olduğu bilimsel bildirilerin de önemli bir payı vardır.).
E. Arpacık: İki, üç bin yıl sonrası için değil ama önümüzdeki 500 yıl için öngörülerin neler? Bu öngörülerin için hangi bilim insanlarını düşünürleri kaynak alıyorsun?
B. Ünver: Öngörüm şu: Biz –insanlık– küçük sularda birbirini boğazlamakla meşgul. Bu nedenle, yüz milyarı aşkın başka gezegenlere henüz gidemediğimiz ve de göremediğimiz için, halen başka gezegenlerde de yaşam olabileceği resmi ve din’i kanallar tarafından red edilmektedir. Gerçeklerin insanlıktan saklandığını düşünenlerdenim. Çünkü, resmi söylemlerin aksini iddia eden bir çok kaynak, belgesel ve veri de mevcuttur. Sadece, binlerce, milyonlarca ışık yılı uzaklıklarındaki başka gezegenlerde, bizlerden daha zeki yaratık-canlılar ve uygarlıkların var olabileceğini kozmosun insan aklı ve hayal gücüne sığmayacak devasa genişliği, derinliği ve katmanları düşündürüyor. Kaldı ki insanoğlunun bedeninde var olan bütün elementlerin uzayda bir karşılığı da var. Uzay ve astronomiye ilişkin 20. yüzyılın başında sadece bilim kurgudan ibaret olan bir çok alanda önemli mesafeler kat edildi. Tabii buna en başta Ay’a ‘insanoğlunun 1969’da ayak basmış olması da dahil… Sadece, 20. yüzyıldaki uzay bilimi ve teknolojideki aşamalara, Mars’a gönderilmiş olan roketlere, ve tepemizde ki Uzay İstasyonu ile Mars’a insanlı yolculuk da rekabeti düşünürsek, bence 500 yıla da kalmayacaktır… Ömrüm yetmeyecektir ancak ilk 200-300 yıla ve belki daha öncesinden de başka gezegenlerde başka yaşamlar ve uygarlıklar olduğu kanıtlanacaktır. Ya biz, “kestirme yollardan” ve yeni teknolojilerle süreleri kısaltmayı başarıp, uzaydaki ailemizi, kardeşlerimizi bulacağız veya onlar onlarca yıldır bizden aldıkları mesajlarla, yeryüzüne gelecektir… (kaldı ki bir çok iddia vardır, Uzaylıların yeryüzünü sürekli gözlemledikleri, gelip-gitmekte olduklarına dair…
İnsanlık, nihayetinde ‘yeryüzü beşiğinden’ çıkacaktır…
Herkes Elon Musk’ın SpaceX’ten konuşuyor… Bilim insanları ve gelişmiş ülkeler, uzun bir süredir Mars’ta nasıl tarım yapılır ve orada yaşam sürdürülebilir üzerine çalışıyor ve yatırımlar yapıyor. Uzaya turistik seyahatler gündemde… Arthur C. Clarke’ın öngörüsü olan Uzay Asansörü’nü (NASA, “Space Elevator“u 2040’da yapımına başlamayı planlıyor), kim bilir belki görmeye ömrümüz de yeter! Ve Uzay İstasyonu da, başka gezegenlere atlama taşı olacaktır. Ve insanlık, nihayetinde Clarke’ın öngörmüş olduğu gibi, ‘yeryüzü beşiğinden” çıkacak ve uzaydaki başka gezegenlere de uzanabilecektir. Aynen şimdi olduğu gibi sadece şehirler arası veya ülkeler arası değil, gezegenler ve galaksiler arası seyahatler de gündeme gelecektir.. Evlilikler veya beraberlikler sonucu, uzaylılar ile melez çocuklarımız ve torunlarımız olabileceğini öngörüyorum..
Yeterki bu yeryüzünde bir kaşık suda birbirimizi boğazlamaktan vazgeçip, tek tek insanlar veya şu sınıf bu sınıf değil, insanlık bir bütün olarak ortak bir bilinç gelişmesi ve yükselmesine ulaştığı, ve Clarke’ın tanımıyla, “insanlık altın çağ”ına yeryüzünde ulaştığı zaman, ancak uzayın sonsuz olanakları da insanlığa ulaşılır olacaktır.
Mevcut kötü düş’ler ve uygulanmakta olan korkunç oyunlar tersine çevrilmelidir!
İnsanlık uzayın sonsuz boşluğunda yer alan milyarlarca gezegende yaşam olanları veya yaşanabilir olanları bulup, oralara yerleşerek, ortak insanlık bilinç ve birikimini başka gezegenlerde de devam ettirebilecektir…
Dünya nüfusunun ancak 500 milyonunun yaşamasına izin verilip, diğer tümünün topyekün ortadan kaldırılması senaryoları dolaşmaktadır, İnternet’te… Bunun sonucu da, yeryüzünün kaynaklarının tek el ve güçten yönetilmesi-yürütülmesi benzeri, hedefler ve iddialar da dünya kamuoyunun bilincine bir tehdit ve korku unsuru olarak yerleştirilmiştir… Böyle bir hedef var ise o zaman, bu NASIL tersine çevrilebilir? Çevrilebilir mi? Çevrilmesi mümkün müdür?
8 milyara yakın dünya nüfusunun, insanlık ortak bilincine ve temel varoluş değerlerine sahip çıkmasıyla bunun önüne geçmek ancak mümkün olabilir! Yani insanlığın yüzde doksandokuzu olamasa da, en az yüzde 80-90’ının gerek ülkeler bazında gerekse yeryüzü bazında, dünyanın yönetimi ve kaynaklarının işleniş ve dağıtılmasına sahip çıktığı ve sahip olduğu zaman, bir başka deyişle, yığınlar (mass) yeryüzünün güneşi halinde dönüşüp, elit kesim ile yer değiştirdiği zaman, bu mümkün olacaktır…
Hangi bilim insanlarını düşünürleri kaynak alıyorum, soruna gelirsek…
1980’li yıllarda Carl Sagan’ın “Kozmos“u (13 bölümlük belgesel, Cosmos); 1990’lı yıllarda Arthur C.Clarke’in “Bir Uzay Macerası” serisi (2001, 2010, 2060 ve 3001), aynı zamanda, “Çocukluğun Sonu” (1953, “Childhood Ends”, bilim kurgu); 2000’in başlarından itibaren, FM2030 ve özellikle de New York’a ikinci kez yerleşmiş olduğum tarih ve ikinci oğlum JohnUnver’in (7 Ocak 1997) doğumuyla birlikte, onun uzaya erken yaşta başlamış olan ilgisiyle ve ondan ilham ile… Aynı zamanda, NASA’nın Uzay’a ilişkin belgesel ve web sitesinden uzay araştırmalarına ilişkin yayınları, “Discovery” Kanal’ın “Evren Nasıl Çalışır?” (How Universe Works?), “History” Kanal’ın “Antik Uzaylılar” (Ancient Aliens” benzeri belgesellerin, TV de birşey izlediğim zaman özellikle bu çizgideki belgesellerin izleyicisi haline dönüşmüş olmam; ilk aklıma gelenler…
1999’da ki “Bin Yıl Daha”… manifestom ile New York’ta resmen 2001 yılında kurmuş olduğum “The Light Millennium”un ve İstanbul’da da 2010’da kurucu başkanı olduğum, “IşıkBinyılı.Org”un ortaya çıkış ve takip eden süreçte de ilham kaynaklarını oluşturmaktadır. Tabii ünlü fizikçi Stephen Hawking’in (1942-2018) özellikle 1998-1999 yıllarında izlemiş olduğum “Stephen Hawking’in Evreni” adlı belgeseli de, gerek her dönem her birey ıçin geçerli olabilecek soru ve sorgulamalar ile Işık Binyılı temel öngörüsünün de ilham kaynaklarım arasındadır. Sonraki dönemlerde de Hawking’in belgesellerini izledim ve bildiri ve beyanatlarını takip ettim. Örneğin Hawking’ten etkiyle 500 yıla kalmadan, 200-300 yıl sonrasına referans verdim. Hawking, doğrudan bunu 300 yıl olarak Beyaz Saray’da ki bir konuşmasında telaffuz etmiştir.
Şahsen, 300 yıldan da daha erken bir zamanda bunun olabileceğini, ve Hawking’in “Uzaylılar”a ilişkin öngördüğü tehditlere ise katılmadığımı, belirtmek istiyorum, tabii ki bilimsel bir tez olarak değil... sadece kişisel bir öngörü ve özellikle de teknolojik gelişmelerin ve yapay zekanın hızı kadar insanlıktan saklanmakta olan bilgilerin de; en geç bir 50 ila 75 yıl içinde tüm yeryüzüne mal edileceği genel öngörüsü çerçevesinde, ifade ediyorum.
E. Arpacık: Peki, kitapta altını çizdiğin düşünce ve öngörülerin için birlikte hareket etmeye davet ettiğin insanlardan pratikte ne bekliyorsun, hemen bugünden yarına ne yapabilirler, neler yapmalarını arzu edersin?
B. Ünver: Buna yanıtım, genel anlamda yukarıda ki 4. soruna “Işık Binyılı’nın insanlığı davet ettiği binlerce yıl sonrasına hazırlık için bizlerin neler yapması gerekmektedir?” yanıtım ile aşağı-yukarı aynıdır.
Özel ve kişisel düzlemde yanıtım ise, özellikle bu kitabi 2018 yazına yayınlamayı hedeflemişken, benden 7 yaş küçük kızkardeşim Olcay’ın kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmış olması sonucu (2 Temmuz 2018), bu acının etkisiyle o süreçte kitabın iç düzenleme – tashihler üzerinde çalışmaya başlamış olmama rağmen, onun gidişiyle çok sarsıldım.
O tarihten sonra, bir daha üzerinde yeniden çalışmaya başlamaya konsantre olamamıştım. Aynı zamanda, özellikle akabinde New York’a dönüşümde, New York’ta yapımcısı olduğum LMTV’de (QPTV.Org) kızkardeşim Olcay’a ithafen ve özellikle ona ithaf olan şiiri de ağlamaktan bir kaç kez tekrar/tekrar çekimler sonucu çekebilmiş ve nihayetinde o programı, “Işık Yollarında…” adıyla üretip-yayınlamış olmak ile benim için (2000 yılında Babam’dan sonra) en dayanılmaz acılardan biri olarak, kızkardeşim Olcay’ın da gökyüzünden ve gittiği uzak gezegenlerden mutlu olabileceğini düşünerek, hissederek, ürettim, yayınladım. Artık dileyenin web ortamında her zaman ulaşabileceği-izleyebileceği bir şiir programı olmuştur.
Burada, büyük acılara – sevdiklerimizin kaybına dayanmaya (istisnasız her insanın başına gelebilecek…) ve yaşama tutunacak bir dal bulup, acıyı-büyük kaybı, bir bunalım ve hastalık ve yaşamın kısalığı ve geçiliğin suratımızda her keresinde bir şamar gibi şaklamasına karşı da bir direniş biçimidir. Bizden ve sevdiklerimizden geriye birşey bırakma ve bunu da yaparken, güzele-yapıcı olana sahip çıkmak ve onu olabildiğince ve hangi ortam ve koşullarda olur ise olsun, ismini, yaşamını başka mecralarda da devam ettirilebilmesine de bir katkı sağlamak… Özellikle bireysel tarih ve değerlerimiz açısından ve bunu yapan – yapmakta olanlar çoğaldıkça, korkuya teslim olmayız. Korku ile de bir mücadele biçimi olarak ortaya çıkacaktır. Yaşadığımız, öğrendiğimiz, tanık olduğumuz ve bir süzgeçten geçirdiğimiz, öz’de ve özne’de güzel, eleştirel aynı zamanda yapıcı düşünsel bir değeri de olan, yakın ve uzak gelecekteki insanlığa da, kendi birikimlerimiz, arayışlarımız, mesleğimiz ve yaşam ile alış-verişlerimizin bir izdüşümünü, yeryüzünden gelip-geçmişliğimize dair yapıcı bir örnek olabilecek çalışmalar bırakabilmek…
Bu noktada, çok fazla detaya girmekten özenle kaçınarak, meğerse kızkardeşim Olcay’ın aramızdan ayrılışı, yaşayabileceğim en büyük acıların sonu değilmiş!…
2019’un sonuna doğru da sanki yeryüzündeki en karanlık yıl ve dönemlerin –kendi ve tüm insanlık adına sonu olması ve insanlık adına aydınlık ve parlak dönemlerin de bir başlangıcı olması dileğiyle– sanki bir başlangıç mesajı olarak da yine yüreğimin-bircan’ın tam ortasından büyük bir parça daha kopup gitti…
Gitti bir daha hiç dönmemecesine… Ve artık hayata yeni anlamlar yüklemek ve sıfırdan başlamak da bu yaştan sonra çok zor iken, adeta Işık Binyılı vizyon ve bugüne kadar bu vizyon ve genel amaçlar çerçevesinde yapmaya çalıştığım her ne var ise, sanki beni hayatın bir testine tabii tuttu…
Ve bu öyle bir test ki, bir kerede geçtiniz, ya da geçemediniz, oldu bitti, şeklinde de değil… Yaşadığım süreçte her adımda ve her an bir testen ötekine geçmek, artık benim için “yeni bir norm” ve yaşama biçimidir de… Çünkü, artık sadece ailemde, Türkiye’de veya Amerika’da değil tüm yeryüzünde ve her evde büyük kayıplar ve acılar yaşanmaktadır…
İşte bu dönemde, sürekli ağlamanın ve hayata küsmenin bana, aileme ve kime ne yararı var ki… Belki bu noktada, 1999 yılında ve onca yıl ütopik görünen bir vizyon – yaşamı algılayış ve yaklaşım biçimi; tam da bu “Covid-19″lu dönemde, hem özel yaşam hem de yeryüzü perspektifinden bakınca, hem aykırı hem de çok yadırganabilecek bir başlık olabilir kitabın adı… Yine de kitabı, “Bin Yıl Daha…” adıyla yayınlamış olmak, belki de hayatın bana bir test’i de oldu. Özellikle, Covid-19 ile korkunun her evi ve yaşamın her safhasını ele geçirmiş olduğu, adeta yeryüzünde yaşamın dondurulduğu bir süreçten hep birlikte geçerken, tüm bu yaşanmış ve yaşanmakta olanlara bir direniş biçiminin adıdır da, “Bin Yıl Daha…” kitabı.
Sorunun ‘Hemen bugünden yarına ne yapabilirler, neler yapmalarını arzu edersin‘ kısmına dönersek…
Her bir adımımız, her bir kararımız, yarınımızı ve geleceğimizi şekillendirir… Ancak çoğu kez, sanki biz kendi hayatımızda söz sahibiymişiz gibi bir algı ve sistematik bir yanılgı içindeyizdir…
Çünkü, bireysel tarih genel insanlık tarihininden hiç de bağımsız değildir. Belki Covid-19 bizim bunu en net şekilde anlamamızı sağlamıştır. Bizim bireysel tarihlerimizdir, öz itibariyle resmi olan ve de olmayan insanlık tarihinin temel taşlarını döşeyen ve gelecek kuşaklara da aktarılacak olan…
Evet, yazıya, şiire, sanata, bilime, araştırmaya, yeniliklere ve en başta ve öz’de kendin ile, çevren ile ve dünyan ile barışık olarak, bütün insanlığı bir aile gibi görebilmeyi ve sevebilmeyi öğrenme yolculuğunun adıdır, Işık Binyılı aslında… Ve mutlaka severek yapılacak veya ilgiyi canlı tutacak-sürdürülebilecek bir meslek ya da alanı gündelik yaşamımıza katmalıyız. Öz de her insan, kendi potansiyelini araştırmanın yolculuğuna çıkmalı… Aynen altın arayıcıları gibi, kendi içindeki mücevheri keşfetmek için… her yaştan ve her kuşaktan herkes, onu en iyi şekilde nasıl ortaya çıkartabilirim, sorusunu kendisine sorarak ilk adımı atabilir…–ticari ve popüler kaygılar olmadan– … Ortaya çıkartılacak iç hazineyi, “insanlık birikim ve değerlerini” ortak kültüre, nasıl kazandırabiliriz sorusu da bir kılavuz olabilir…
Çünkü, bu herkesin yapabileceği birşeydir… Kendi birikim ve ilgi alanları ile yola çıkan bir insanı da, kimse yolda bırakmaz… Çünkü o insan en başta kendine güvenerek, yola çıkmıştır.
Tabii herkes yazı–çizi-düşünsel ürünlere ile doğrudan ilgilenecek diye de birşey yoktur. Bu alanlara çok ilgi duymayanların da bu tür vizyon, düşünsel ürünler, yayın, sosyal projeler, teknik destek, üyelik ağını genişletmek, kurumsal ortaklıklar, proje ortaklıkları ve derneği destekleyebileceği belki yüzlerce alan, potansiyel ve olanak vardır, her bir katılımcının veya üyenin getireceği görüş ve öneri ve onların içerik ve niteliklerine bağlı olarak…
Tabii bunun için de ilk adım, bir pencereden bakıldığında, ilk etapta görülebilenin ötesini görme isteği ile kendi iç potansiyelinin keşfinin yolculuğuna çıkmaya istekli olunmasıdır…
Ve bu yolculuğa katılmak isteyenleri, hemen derneğin üyelik formunu doldurarak, Işık Binyılı Yolculuğumuza katılım için başvurmaya davet ediyorum… Bunun sonucunda, çoğalarak, birbirimizden öğrenerek, birbirimizi destekleyerek, güçlenerek bu yolculuğumuzu el ve güç birliğiyle bizden sonraki kuşaklara devretmek…
_ . _
Elvan Arpacık, İstanbul Üniversitesi Felsefe Mezunu ve “Can Kenarı” (2013, Bilfen Yayıncılık) adlı öykü kitabının yazarıdır. İstanbul’da yaşamaktadır ve emeklidir.
Foto: Mehmet Ali Uçar