Uzun bir süredir elimde, gittiğim her yere benimle gelen bu kalın kitabı nihayet bitireli bir ayı geçti. Hrant Dink’in biyografisi: Hrant. Yazar Tuba Çandar.
Bir yakınım önerip elime verdiğinde kitaba büyük bir merakla başladım. Ermenilerin tarihini ve hele Hrant Dink’i hep daha yakından öğrenmek ve anlamak istemiştim. Ama, hiç bunca önemli şey öğreneceğimi, kitabın beni alıp götürdüğü o acı tatlı hazin yolculukta, bir insanın hayatına hiç bu kadar yakından ve samimi bakılabileceğini tahmin etmemiştim.
Yazan: Gülay ÖZEN SCHORR
Hırant Dink denildiğinde aklıma ilk gelen yerde, üzeri örtülü yatan bir insana ait, birisinin tabanı delinmiş bir çift ayakkabı, yüreğimi burkan masumiyete dair bir üzüntüydü hep. Kitabın başından itibaren o isme yüklenmiş hüzün hep sizinle beraber, ama okudukça açılan kutuların içinden çıkan kutular ve her biri beni daha büyük meraklara götürüp yeni kutuları açma isteği doğuran maceralar zinciri.
Yaklaşık yirmibeş yıldır Türkiye’den uzakta olunca, detaylarını kaçırdığım pek çok gelişmeden sadece biri olarak Hrant Dink’in ölümüne giden ve insanın yüreğini yakan olaylar zincirini bu kitapla yakalamak mümkün oldu. Karşıma çıkan yüzlerce yeni karakteri ve olayları daha iyi tanımaya çalışırken dallanıp budaklandı kitap, bir kar topuyken çığa dönüşen bir hayatla beraber etrafındaki olaylar hiç beklenmedik pencereler açtı önümde.
İstanbul’da Hrant Dink’in şaşılacak derecede yakınlarında geçen çocukluk ve gençlik yıllarımda, yetmiş ve seksenlerde, bu kitapla beraber bir hayatla sarmaş dolaş bu tarihi gelişmeleri keşfede dururken, kimi zaman ne kadar da gerçeklerden uzak yaşadığımı farkettim. Kimi zaman da çok benzer yaşanmışlıklarla nostaljinin insanın burnunu sızlatan kara bulutlarına girdim çıktım. Yine hem çok uzaktaydım ve hem de çok yakın!
Daha önce bu şekilde kurgulanmış bir biyografi okumamıştım. Kendisi de bu yaklaşımının nedenlerini kitabın başında açıklamış Tuba Çandar. Yüzelliye yakın kişiyle yapılan röportajlarla çok ilginç bir şekilde dillendirmiş Hrant Dink’in hayatını. Direkt olarak onu tanıyan insanların ağzından çocukluğu, okul ve yatılı/yetimhane (aslında anne ve babası hayatta fakat geçimsizlik ve yoksulluktan kardeşleriyle beraber Anadolu’dan eğitim için gelen diğer Ermeni çocuklarla beraber yatılı büyümesi bir röportajda dikkatimi çekti, yetimhane sözcüğünü yatılı okul olarak düzeltti, ki bu onun gururlu ve onurlu karakterini gösteriyordu) yılları, gençlik ve yetişkin dönemleri, arada kendisinin de o yaşam dilimindeki anıları ya da makaleleriyle örülerek ilmek ilmek Türkiye tarihinde derin yaralar bırakan o son nefesin verildiği ana kadar gelinmiş.
Bu kurgunun yarattığı samimiyetle Dink’in yaşadığı her yerde; Bakırköydeki apartman dairesinde, yatakhanede, konferans salonundaki kürsüde, Agos Gazetesindeki odasında, sahneyi en iyi gören ön koltuklarından birinde buluyor insan kendini. Onunla beraber ben de o hayatı yaşadım sanki!
Konu zaten başlı başına hep merak duyduğum ilginç bir hayatın hikayesiydi. Anlatım biçimi de kitaba çok büyük bir lezzet katmıştı. Yalnız, biraz da utanarak söylüyorum ki, Türkler ve Ermeniler meselesi benim için ilk kez bu kadar açıklık kazandı!
Daha bilmediğim pek çok gerçek var biliyorum, ve öğrenmek istiyorum. Türkler olarak verdiğimiz acı kayıpları nedenleriyle beraber ders kitaplarında da okuduk, yetmişler, seksenlerdeki anarşist saldırıları acıyla yaşadık ve konuyla ilgili eksik bilgilerle büyüdük çoğunlukla. Ama, bu kitapla daha iyi farkettiğim, Ermeni meselesine ne tarihi, ne dini ve siyasi açılardan değil de, sadece ve sadece beni en çok ilgilendiren insani yönünden baktığımda bugünkü Türkiye topraklarında yüzbinlerce masum insanın yaşadığı çok acı bir trajedinin yüz yılı aşmış zoraki suskunluğu oldu. Yüzbinlerce çocuk, kadın, her yaşta sivil insanlardan oluşan etnik gurup, uzun yıllar süren bir kavgadaki yenilginin kurbanı olarak bir yokoluşa itilmişlerdi. Ve daha sonra, bu topraklarda bir düşman olarak tanımlandıkları için, hala Türkiye’de kalabilmeyi nasılsa başaran ve sayıları günümüzde 70,000 civarı olan bu gurubun 1915’te yaşanan insanlık trajedisini konuşmaya bile cesaret edememiş olduklarını gördüm bu kitapla.
Hrant Dink’in o suskunluğu bozan, elinde zeytin dalıyla yıllarca birbirine kin duymuş bu iki halkın arasına girip tek çözüm yolunun diyalog olduğunu savunan cesur karakter olduğunu öğrendim bu biyografiyle. Onun iki halkın arasında yıllarca süren “paranoya” ve “travma” diyaloğuna son vermek uğruna hayatından olan bir Türkiye’li olduğunu.
En çok da, her adımda yoğrula yoğrula Hrant Dink kıvamına gelişi, daha küçücük yaşlarda yaşadığı acılarla insan olmayı, onuru, zaman zaman haksız yere yattığı hapislerle herkes için eşitlik ve adaletin zorunluluğunu, demokrasi kavramının önemini anlayarak vardığı o insani noktayı gördüm.
O samimi içtenliğiyle Ermeni meselesi ve yaşananları kendi insancıl perspektifinden tartıştığı çeşitli ülkelerdeki konuşmalarında dinleyenleri nasıl etkilediğini, çözümün ancak ve ancak iki toplumun “birbirlerinin doktoru olmakta” yattığını anlatışını gördüm.
O’na önyargıyla yaklaşan, bilinçsizce infaz eden Türk halkının yanında, onu destekleyen bir gurup Türk aydını çemberiyle beraber, Türkiye’nin tarihinde leke gibi duran Ermeni meselesine daha yakından, daha insanca ve toleransla bakılması gereğine dikkat çeken bir Ermeni Türkiye vatandaşını gördüm.
Ölümünden bu yana öğrendiğim kırıntı bilgilerle zaten yüreğimize dokunan ve bu kitapla hayatını yakından tanıma fırsatı bulduğumda Türkiye’de Hrant Dink ve onun gibi, eşitlik, demokrasi ve özgürlük mücadelesi yolunda yargısız ve maalesef yargıyla da infaz edilen tüm Türkiye vatandaşları için derin bir üzüntü ve utanç duydum yeniden!
Kitapla ilgili son olarak, internetle gelen sınırsız araştırma kolaylığının bu macerayı nasıl da zenginleştirdiğini de söylemem gerekiyor. Elimin altında ipad ve telefon, kitapta karşıma çıkan yüzlerce kişi ve olay, Dink’in hayatının dokunduğu her noktada ya bir makale, fotoğraf, ya da bir videoya dönüştü, aydınlandı ve aydınlandı!
Bir dönemin yazar, politikacı, anarşist, akademisyen geçidini izledim aylarca. Pek çoğunun adını duymuştum belki, ama pek çok da daha önce hiç duymadığım insanlar çıktı karşıma. Aklımda en çok yer edinenlerden biri Mehmet Uzun oldu: Hrant Dink’in diğer azınlıklara da aynı insani düşüncelerle uzandığı yine yürekten yazılmış bir makalesinde seslendiği Kürt bir yazar. Türkiyedeki en büyük azınlık gurup Kürt toplumu için birbirinden değerli eserler üretmiş, Kürt diline katkılarda bulunmuş, benzer acı bir hayat hikayesiyle haksızlıklar silsilesi içinde geçmiş kıymetli bir yaşam. Çok iyi tanımıyorum henüz, ama ilk fırsatta yakından tanımak istiyorum.
Böyle, bir kitabı büyük zevkle okuyup bitirince, hemen yeni birini eline almak ister ya insan, öyle de oldu. Şimdi yine bir gerçek yaşam hikayesinin maceralarına ve onun uzantılarına daldım, yeni keşiflerdeyim.
Yalnız bitirmeden önce, samimiyetiyle milyonların yüreğine dokunmuş, Ermeni azınlığın varlığını tüm Türkiye’ye hatırlatan bir Türkiye vatandaşının hayatını aynı insancıl ve samimi perspektiften, bence çok başarılı bir şekilde anlattığı için Tuba Çandar’ı tebrik ediyorum. Ve diğer bir kitabı Murat Belge biyografisini elime alacağım günü de sabırsızlıkla bekliyorum.
Not: Bu küçük yorum yazısının tam da Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümünde tamamlanması ilginç bir tesadüf oldu. Sevgili Uğur Mumcu’yu büyük bir saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
Bu yazı, 28 Ocak 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Sosyal Medya: @lightmillennium#lightmillennium
@The Light Millennium @TurkishLibraryMuseum #TurkishLibraryMuseum
The US Turkish & Library Museum (TLM) web sitesi, The Light Millennium kuruluşu bünyesindedir (2001, New York). Bu sitede ki yayınlar, etkinlik ve bülten içerikli yayınlar hariç, yazılı izin alınmadan kopyalanamaz-çoğaltılamaz. Teşekkür ediyoruz. TLM.