9 Ağustos Perşembe günü Urfa’dan Mardin’e gitmiştik. Urfa’dan Mardin’e gittiğimizde ise saat gece 22’00’ye yaklaşıyordu.
Mardin’de, Maridin Otel’de 2 gece kalmak üzere daha öncesinden yerimiz ayrılmıştı.
ElifLale ve ZeynepNisan ile otelimize giriş yaptık. Bizi otelin genel müdürü Abdullah Demir Bey karşıladı.
Otelin girişinde ki taş duvarlar üzerinde ve dört dine ait dört rölyef kare ile otele gelen bütün dinlerden misafirlere “Hoş Geldiniz” mesajı karşıladı, bizi. Bu aynı zamanda, Mardin’in çok kültürlü ve dinli bir şehir olmasının da bir semboliydi…
MARDİN:
RÜZGÂRI ÖZLEMEK…
Güneydoğu Güncesi – IV/Son –
Sondan başa doğru…
11 Ağustos 2018 |
#MARDİN #URFA #ADIYAMAN
Günce ve fotoğraflar: Bircan ÜNVER
Maridin Otel, özetle web sitesinde şöyle tanıtılıyor: “Işık saçan mimarisi ve huzur veren motifleri ile geçmişin dokusunu yansıtmaktadır. 1600 yıllık bir geçmişin pek çok dönemine tanıklık etmiş Maridin Otel değişen çağlara meydan okurcasına dimdik ayakta. Maridin Otel, taş işçiliğinin tüm görkemini yansıtan karakteristik binası, Mardin şehrine hakim konumu, göz alabildiğine uzanan Mezopotamya Ovası manzarası, önemli tarihi eserlere yakınlığıyla, ziyaretçilerine büyülü bir zaman yolculuğu sunuyor.”
Otel, iki yılı aşkın bir süre önce binanın orijinal mimarisi korunarak restore edilmiş.
Giriş kat da bize ayrılmış olan “Firdevs” suit odası ise gerçekten çok güzeldi…
Odamıza valizleri atar atmaz, otelin Teras katına çıktık. Teras katından Mardin’e gece göz attığımızda, alabildiğine Mezopotamya ovası, sanki karşınızda gece ışıklandırılmamış bir deniz olduğu izlenimini veriyor…
Teras’ın sağ tarafı ve biraz üst kısmında Mardin’in Kalesi ve aşağısında ise tarihi camiler ve kiliselere genel bir bakışı sunuyor teras…
Gecenin karanlığında, renkli ışıkların kaleyi, cami ve tarihi yapıları ışıklandırmasında henüz bir çok şeyi gün ışığıyla görmemiş olsak da, geçmiş ve gelecek arası düşleri depreştirerek, Mardin, gerçekten ziyaretçisine “büyülü bir zaman yolculuğu sunuyor”.
Teras’tan Mardin’i gece biraz seyrettikten ve bir kaç gece fotoğrafından sonra masamıza oturduk… İşte özellikle Urfa’dan sonra Mardin’in akşam tatlı tatlı esen ve insani serinleten rüzgarına ilişkin aklımdan geçen ilk cümle oldu, “Rüzgarı özlemişim…”
Teras katında oturup gece 22’ye doğru da olsa birşeyler atıştırırken, çok güzel esen bir rüzgar terasta oturduğumuz sürece varlığını, etkisini hissettirerek sarıp sarmalayıp geçiverdi saçlarımızdan, yüzümüzden, tenimizden… İşte o zaman, özellikle Kahramanmaraş, Gaziantep ve Urfa’dan sonra Maridin’deki teras katındaki rüzgar, ruhuma ve tenime bir ilaç gibi geldi… Birden bire rüzgarı, rüzgarın esintisini Kahramanmaraş’a indiğimiz günden itibaren hissetmeyi unutmuş ve de özlemiş olduğumu farkettim…
Bu duygu yıllar yıllar öncesinden başka bir duyguyu çağrıştırdı…
İstanbul’da yağmurlu kış günlerinde arabaların çamur ve yağmur suları sıçratmasına birikmiş tepkilerim sonucu, kışın çamur-yağmur sularıyla arabaların üzerime o çamurlu suları boca etmeyeceği bir yerde yaşamayı, o anlar ve dönemler ne kadar da çok dilemiştim!
Bu dileğim ilk Los Angeles’a gittiğim 1989-1990 yılları arasında gerçekleşmişti…
Şubat ve Mart aylarında dahi, çok ince yazlık bir ceket ile beyaz ve açık renk pantolon veya elbiselerle dolaşmanın da tadını o bir yıllık süreç içerisinde aldıktan sonra, Los Angeles’ı takiben üç yıla yakın da New York’ta yaşadıktan sonra (1990 – 1993 dönemi), İstanbul’a geri döndüğümde; birden bire o yağmurlu-çamurlu, inişli, çıkışlı yokuşlu ve de size her an bir sürpriz sunmaya hazır olan o dar sokakları ile İstanbul’un tepelerini, karını, kışını, soğuğunu dahi çok özlemiş olduğumu farketmiştim…
Hani insan bir şeyi ya da neleri sevdiğini, o bir şeylerin yokluğunda en çok hisseder ve yaşarmış derler ya… Erol Evgin’in eski şarkılarından birinde söylediği gibi, “İşte öyle birşey…”
Demek ki yağmurlar, çamurlar, dar-yamaçlı sokaklar, tepeler, kar soğuğunun da özlendiği gibi rüzgar da özlenirmiş… Ve rüzgarlı bir aksamda Mardin’e ilk ayak bastığım Maridin otelinin terasında ise o özlemimi de tatlı tatlı esen akşam rüzgarıyla gidermiş oldum…
İlk ve tek rüzgarlı bir Mardin–şimdilik–akşamına ilişkin izlenimlerimi spontane ifade ettiğimde, Abdullah Bey, Mardin’in özelliği akşam eser, gündüzleri gölgeler serindir ve gölge olmayan yerler ise çok sıcaktır, açıklamasını yaptı. Hele Urfa’nın öğlen sıcağında ve neredeyse tepenizde yumurta pişirebileceğiniz sıcaklığıyla bir iklim karşılaştırmasını da böyle tanımladı…
MARDİN – Ertesi gün sabah
ElifLale ve ZeynepNisan ile paylaştığımız odanın banyosu alt katta ve sadece dış cephe değil oda içleri ve sütunlari da taş duvarlar ile kaplı odamız da, adeta aristokrat bir anlayış ve tasarımla bordo renk ve ahşap mobilyalarla döşenmiş…
Sabah 8 civarında kalktığımda, anne ve kızı uyuyordu…
Duş alıp, kahvaltı yaptıktan sonra Mardin’i dolaşmak için sabırsızlanıyordum!
Akşam ve sabah, İstanbul’a THY ile dönüş biletimizin Adıyaman üzerinden olduğu için, Mardin’den Adıyaman’a direkt otobüs var mı, nasıl gidebiliriz, sorularıma yanıt havada kalmıştı…
Durumu sonradan öğrenince, Mardin – Adıyaman arası kamu araçlarıyla ulaşım çok çetrefilli olduğu için olsa gerek, Abdullah Bey bu konuda bize Mardin’e ayak basar basmaz hemen cesaret kırıcı bir yanıt vermekten kaçınmış olmalı, diye düşündüm…
* * *
Kahvaltı salonundan odaya dönüp sırt çantamı ve vidyo kameramı alarak Mardin’in merkezini görmek ve dolaşmak amaçlı odaya geri döndüğümde, ElifLale uyanmıştı…
İlk söylediği cümle, “ben bu seyahatte çok yoruldum ve burada kalışı uzatmak istiyorum,” oldu.
İstanbul’dan üçümüz, kızıyla birlikte Atatürk Havalimanı’ndan birlikte yola çıkmıştık…
Gidiş ve dönüş uçak rezervasyonlarının her bir detayını kendisinin teyidiyle yapmıştım.
Maridin otel dışında, gerek Kahramanmaraş, gerek Gaziantep ve gerekse Urfa’da Öğretmen Evi’nde kalmıştık.
* * *
ElifLale, 10 Ağustos sabahı, daha otelden adım atmadan ve Mardin’in sokaklarını dolaşmadan, “ben Mardin’de kalışı uzatmak istiyorum”, deyince; doğrusu biraz da sinirlenerek, “herkes kararında özgürdür, sen kalabilirsin ama ben döneceğim,” dedim.
Bu kez sırt çantamı aldım, otelin önündeki caddeden yürürken ve otelin hemen ilk 300 metre kadar ilerisinde ki bir Protestan Kilisesi’nin okunu gördüm. İstanbul’a dönüşteki plan değişikliği gerilimini de atlatmak için ilk oraya gittim. Çünkü her bir plan değişikliği, tüm ulaşım ve değişiklik koordinasyonlarıyla birlikte tüm güne yayılabilecekti ve benim de Mardin’e ayıracak zamanım kalmayacaktı! Maalesef tam da böyle oldu!
Taş yapı ve sonradan Süryanilerin kullandığı bir Protestan kilisesine girdiğimde, orada 3 bayan daha vardı. Etrafa şöyle bir göz atayım derken, görevli kişi eğer kilise hakkında bilgi almak isterseniz, buyrun, dedi. Karadeniz’li ve iki yetişkin kızıyla gelmiş olan bayan ve kızlarıyla birlikte dört kişi olarak bize kilisenin tarihini ve bu kilisenin nasıl Süryanilerin bir araya gelerek, faaliyete geçirmiş olduklarını anlattı.
Bu arada, diğer ziyaretçilerle birlikte Süryanilikle ilgili genel sorular sorduk, bilgiler edindik. Örneğin, Mardin’de 90 kadar Süryani ailesi bulunduğunu, yöre olarak 250-300 kadar Süryani ailesinin yaşamakta oldugunu, Türkiye çapında toplam 30bin (aklımda kaldığı kadarıyla) ve dünya çapında ise en çok da Avrupa’da olmak üzere toplam 10 milyon Süryani’nin yaşamakta olduğunu öğrendik. Bu bilgiyle, neredeyse Süryanilerin toplam nüfusunun tüm dünyada yaşayan 14 milyonu aşkın Musevilere yakın bir nüfus olduğu, yorumunu yaptım.
* * *
Otelden çıkarken kafama takılmış olan Mardin’den Adıyaman’a, daha doğrusu ertesi gün Adıyaman Havalimanı’na zamanında gidebilmek için otobüs/minübüs var mı sorusunu, kilisedeki görevliye, bize bilgi aktaran arkadaşa sordum. Sağolsun, çok nazik olarak hemen Otogarı aradığında, günde sadece bir kez ve saat 16:00’da olduğunu öğrendik. Başka bir seçenek yoktu Adıyaman için. Rica ettim, Adıyaman Öğretmen Evi’nde yer var ise hemen Mardin’den çıkayım bu akşam üzeri Adıyaman’a gideyim, dedim. Sağolsun, orayı da aradı ve maalesef Adıyaman Öğretmen Evi’nde yer yoktu!
Buna karşın, Urfa’ya dönersem, Urfa üzerinden Adıyaman’a her bir yarım saat-bir saatte minübüs olduğunu söyledi. Edinilmiş bilgileri değerlendirdiğimde, birden idrak ettim ki, Mardin’deki ilk ve tek günüm, doğrudan şehri dolaşmak, Arkeoloji en başta olmak üzere bir-iki müzesini görmeye olanak vermeyecekti!
Bunca yıl hayatımda ilk kez ayak bastığım Mardin’de, tek tam bir gün bile geçiremeden ve ayıramadan, bu kez ertesi gün Adıyaman’dan uçağı kaçırmadan İstanbul’a geri dönebilmenin telaşına düştüm…
O hızla, gerisin geriye otele döndüm. Döner dönmez odama gidip, THY yollarını aradım. Bu seyahat için birikmiş uçuş millerim ile ilk geliş hattını da kullanmış olduğum için Mardin’den veya Urfa’dan veya Gaziantep’ten, mil ile bilet kontenjanında yer yoktu. Bir tek Diyarbakır üzerinden, o da Cumartesi gecesi ve ancak 22:00’de vardı!
Oysa İstanbul’da en geç 11 Ağustos akşamı olmam gerekiyordu ve Adıyaman’dan uçağın kalkış saati de ona göreydi…
Çünkü, New York ile ve NY saatine göre akşam üzerine “The Light Millennium”a ilişkin önemli bir telekonferans programdaydı. Bu seyahat esnasında özellikle Mardin için yola çıktığımız akşam ki ertelenmiş olduğu için de, bu kez bu tele-konferansı riske atmak istemiyordum.
THY/Miles& Smiles’daki temsilciyle detaylı konuşunca, bir kez daha idrak ettim ki, eğer Cumartesi günü akşam olmadan İstanbul’da olmak istiyorsam, Mardin’den derhal yola çıkmam gerekiyordu!
* * *
Bu kez, yarı açılmış valizimi yeniden toparladım.
Takiben bir gün öncesinden çıkış yaptığım Urfa Öğretmen Evi’ni aradım ve bu kez bir gecelik yeni bir rezervasyon yaptım.
Valizimi ve sırt çantamı alarak kahvaltı yapılan mekana döndüm ve ben Urfa’ya geri dönüyorum, dedim…
İtirazlar, yarın gidersinler, Mardin veya Urfa’dan yeni uçak bilet alırsan daha pratik ve ekonomik olur benzeri öneriler ve ısrara rağmen, kararlıydım, ertesi gün İstanbul’a orijinal dönüş planında olduğu gibi, Adıyaman’dan dönebilmek için aynı akşam Urfa’ya da geri dönmem gerekiyordu.
Mardin Otogar’a saat 16:00 civarında gittiğimde, zaten Urfa’ya son iki otobüs kalmıştı. Biri 17:30 diğeri 18:00. Hemen 17:30’a biletimi almasında, ElifLale, ZeynepNisan, otelden görevli Cesur Bey ile birlikte Mardin Otogara girdiler ve beni vazgeçirtmeye çalıştılar…
Bütün opsiyonları araştırmış, değerlendirmiş ve özellikle dönüş biletimi de yakmamak, ayrıca ek bir uçak bileti masrafı çıkartmamak için, son dakikada 17:30 biletimi, özellikle (küçük meleğim) ZeynepNisan’ın da aşırı ısrarlarıyla ve resmen beni de dinlemeyerek, bir emrivaki ile biletimi iptal ettirdiler.
Akabinde, hızlıca Cesur Bey üçümüzü Kasımiye Medresesi’ne götürdü…
Bu arada, gündüz gözüyle Mardin’in Mezopotamya’ya bakan uçsuz bucaksız vadisini Kasımiye Medresesi’nden seyredip biraz soluk aldıktan sonra, sakinleştim.
Arabaya geri döndüğümüzde saate baktım: 17:45
Cesur Bey’e; 18:00 otobüsünü yakalamak istiyorum, yakalayabilir miyiz? dedim.
Bu kez, ElifLale aradı ve Otogar’a geri dönmeye gerek kalmadan şehir içinde bir noktadan 18:00 otobüsüyle nihayet Mardin’den Urfa’ya geri dönebildim.
Kıssadan Hisse:
Bilmediğiniz bir şehre ilk kez gidiyorsanız, Google’dan veya yöreyi araçla gidip-gelen birinin 2 saat/3 saat sürüyor benzeri bilgileriyle yetinmeyin. Özellikle kendi aracınızla gitmiyor ve şehirlerarası otobüs/minibüs benzeri ulaşım araçlarına şehirlerarası ihtiyacınız olacak ise… O durumda, mutlaka söz konusu şehrin/şehirlerin oto garından bir-iki otobüs firmasını arayıp, bilgi edinilerek, uçak rezervasyonlarının o ön bilgi doğrultuda yapılmasında fayda var.
* * *
Geriye dönersek, Gaziantep ile Urfa arası ulaşımda hiç bir sorun yoktu.
Bir öncesinde, Urfa’dan Mardin hattında da…
Ancaaak, yukarıda uzun uzun yazdığım gibi Mardin’den Adıyaman’a gidiş, hele İstanbul’a dönüş uçağınız Adıyaman Havalimanı üzerinde ise kesinlikle aradaki yol mesafesi 3/3.5 saat sürer bilgisine, benim gibi kanmayınız!
Nihayetinde resmen dün akşam üzeri 16:00’dan itibaren Mardin-Urfa-Adıyaman üzerinde yollardayım ve nihayet çok şükür havalimanına uçuş saatinden yeteri kadar öncesincen de ulaştım.
Ancak, bu bölgede bazı şehirler arasında ulaşımda, bu kadar ciddi kopukluklar ve sorunlar olduğunu da bilmiyordum!
Bu çerçevede bazı şehirler, sanki daha içe kapalı ve komşu şehirlerle de çok ilgili değiller… Kamu ulaşımı açısından ise gidiş-gelişleri teşvik eden ciddi bir eksiklik olduğunu düşündüm, özellikle birbirine yakın bu iki şehir arasında…
Urfa’dan Adıyaman’a doğru giderken, şoföre sordum, neden Mardin’den Adıyaman’a direkt bir otobüs/minübüs hattı yok, diye… “Mesafe uzak, ücret kurtarmıyor ve çok yolcu da çıkmıyor, Mardin-Adıyaman arası,” şeklinde yanıtladı sorumu…
Bu kez ister istemez, benzine ve otomobil endüstrisine dayalı beton yollar kadar, özel araca mecbur edilmeden şehirlerimiz memleket sathında demir ağlar ile örülmüş olsaydı; ülkemizde en başta komşu ve yakın şehirler arası yolculuklar ve insani-ticari-kültürel ilişkiler şimdi olduğundan çok daha iyi gelişmiş ve güçlenmiş olacaktı, diye düşünmeden de geçemedim! Dünya çapındaki bu mozaikler diyarında, BİRLİK, GÜÇ VE KUVVET ise yerel-bölgesel ve ülkesel anlamda, her biri bir mozaikten bir bütün ve büyük resim gibi işlenerek ortaya çıkıp ve gerçekleştirilebilirdi!
Üstelik bu şehirlerimiz ve yöremiz, bir mozaikler ve tarihi kalıntılar şehri…
Sadece antik şehirler ve tarihi hazineler mi?
Aynı zamanda, doğal kaynaklar, madenler ve özellikle Fırat nehri ve Atatürk Barajı ile de bir tarım cenneti de…
Ne var ki Adıyaman dahil, Gaziantep ve Urfa’da, NEDENSE illa da bu tarihi kalıntılar/değerler ve alanlar üzerinden geçirerek, kalıntıları, köyleri ve Adıyaman’ın verimli alanlarını sular altında bırakarak; Suriye’ye şu barajını uzatmışlar… Kaldı ki, bu bilgiyi ancak bu seyahat sayesinde yerli halktan öğrendim, Fırat Nehrinden ve dağlardan-derelerden-tepelerden derlenen solardan birikmiş barajların NİZİP’den, ADIYAMAN’DAN, ATATÜRK BARAJI’NDAN SURİYE’ye gönderiliyor olduğunu…
Muhtemelen bu kanal suyu Suriye’den İsrail’e dahi uzanıyor olabilir! Çünkü geçmiş yıllarda, Türkiye’deki suların HES’lerde toplanarak ve beton borulardan geçirtilerek, İsrail’e akıtılması hedeflendiği ve/veya gönderiliyor olduğuna ilişkin yorumlar okumuştum!
Urfa’da yerli halktan biri, Suriye’de ŞU, petrolden çok daha pahalı, dedi…
Biz ne yapıyoruz, en değerli doğal kaynaklarımızı, hem de savaş içinde olduğumuz bir ülkeye kanalize ediyoruz, aynı zamanda yer altı ve yer üstü şu kaynaklarını kullanmada, tarım alanlarımızı sulamada, kendi varlığımızın devamının temeli olan tarım alanında, çiftçilerimizi sadece GDO’lu tarım; gübre ve tohumlarla değil, bu kez “olmaz ise olmaz” şu ile borçlandırarak tarım yapılması gündeme gelmişken!!!
SONUÇ:
Mardin’in hakkını veremedim. Tek tam bir gün dahi ayıramadım. Arkeoloji müzesi ve diğer tarihi kalıntılardan başlıcalarını, Kasımiye Medresesi ve minik bir Süryani kilisesi hariç göremedim.
Bu kez kısmet bu kadarını görmekmiş!
Ve ilk kez ayak basmış olduğum topraklardan ve yıllarca gitmeyi de düşünüp, taaa oralara kadar gidip de hakkını verememiş olarak dönmüş olmanın buruk bir tadı ve hayalkırıklığı kaldı…
Tabii yine kısmet olur ise çok uzak olmayan bir gelecekte, bu kez bir konferans çerçevesinde veya bir sunum, kitap tanıtım amaçlı yeniden Mardin’e gitmeyi, bu kez ilk durak Mardin olmak üzere şimdiden düşünmeye başladım!
Ancak görünen o ki sadece insanlar ve mezhepler arasında değil, şehir şehir de ciddi bir ayrımcılık uygulanmakta… ki kimse farkında olmasın, bilinçlenmesin, uyanmasın ve sahip çıkamasın hem bu doğal hem de tarihi zenginliklerimize…
Sonrasında da dışarıdan buraları karıştıranlar, hiç bir bilinç/direnç ile karşılaşmadan buraları kolayca ele geçirsin!
Sanırım, buna benzer bir gerekçeyle de onlarca yıl bu şehirlerimiz ve yöremize ilişkin çok nadir olumlu bir haber, bırakın yurt dışından turistin gelmesini, yurt içinde ki iç turizm açısından da hep tehdit ve terör, kasıtlı olarak üst ve alt bilincimize kazınmış! Bu çok kısa ve yoğun seyahatten öğrenmiş olduğum en temel şey şudur: Bu şehirlerimiz, kendine has özellik, güzellik ve değerleri kadar aynı zamanda İstanbul’dan, metropolitan şehirlerimizden çok daha güvenli ve ilk defa sokakta rastlaşmış olduğum kadar tanışmış olduğum insanları da çok iyi ve yardımsever çıkmışlardır.
Teşekkürler Kahramanmaraş,
Teşekkürler Gaziantep,
Teşekkürler Urfa, ve
Teşekkürler Mardin…
* * *
GENEL BİLGİ: Buralarda yol-mesafe bilgilerini alırken 2/2.5 saat deniyor ancak gerçekte 3.5/4 saati geçiyor… Özellikle bu bilgiler ya doğrudan özel araç ile ya da duraklarda iniş-binişler ve beklemeleri hesaba katmadan veriliyor!
Nitekim, 10 Ağustos gecesi saat 22:00 sıralarında daha bir gün öncesinden çıkış yapmış olduğumuz, Urfa Öğretmen Evi’ne bu kez, 2/2.5 saatlik değil, 4 saatlik bir akşam yolculuğundan sonra, yol arkadaşım ElifLale ve kızı ZeynepNisan (8 yaşında), Mardin’de kaldıkları için, tek olarak giriş yaptım.
11 Ağustos, Cumartesi sabahı ise Urfa’da 7’de kalkıp, bu kez Urfa’dan Adıyaman’a, oradan da nihayet Adıyaman’ın Kahta ilçesine giden yol üzerindeki Havalimanı’na ulaştım.
Şu anda uçuş saatinde yarım saatlik rötar görünüyor. 1:15 ekran İstanbul’a kalkış saatini 1:45 gösteriyor. (Bu rötar daha sonra 14:20’ye kadar uzatıldı! Nihayetinde uçağımız 14:20’de Adıyaman’dan ayrıldı. 1 saati aşkın rötar süresi, aynı zamanda havalimanında beklerken bu günceyi taslak olarak hızlıca yazmam için de bir vesile oldu!)
BİLMEYENLER İÇİN EK BİR BİLGİ:
Öğretmen Ev’lerinde kalmak için illa da öğretmen olmak gerekmiyor ve sivillere de açık.
Ancak siviller ile öğretmen ve kamu personeline farklı fiyatlar uygulanıyor. Öğretmen Evleri kategorisinde, tabii en yüksek fiyat da siviller için uygulanıyor. Yine de her bir şehirde özellikle Öğretmen Ev’lerini seçtik, genelde merkezde oldukları ve özellikle bilmediğimiz şehirlere de gittiğimiz için kamu kuruluşu olarak daha güvenli olacağı için. Kahramanmaraş, Gaziantep, Urfa ve Mardin olmak üzere dört şehirdeki otel rezervasyonu iş bölümünü ise ElifLale ile aramızda bölüşmüştük. Kahramanmaraş ile Gaziantep’in rezervasyonları benim tarafımdan ve Urfa ile Mardin de ElifLale tarafından yapılmıştı.
Kaldığımız her bir şehirdeki her bir Öğretmen Evi, gerçekten de merkezde ve personeli yardımcı ve rahat ve güven içinde kaldık. Otellerdeki oda fiyat uygulamasına karşılık Öğretmen Evi’nde çocuk hariç, oda ücreti olarak değil her birimiz için kişi başı ücret ödedik. Bu ücretler de kişi başına kaldığımız şehire göre 45 ile 75 lira arasında değişti.
– . –
En sondan başa doğru… IV
Bu güncedeki fotoğraflar, Bircan Ünver tarafından el üzerinde ki bir vidyo kamerayla 15/30 saniye arasında çekilmiş olan kısa vidyolardan çıkartılmıştır.
Güneydoğu Güncesi‘nin ilk bölümlerinin genel çerçevesi, Facebook’da @bircan.unver sayfasında yayınlanmıştır. Bu bölümler, genişletilerek ve fotoğraflar ile TurkishLibrary.Us sitemizde yakında yayınlanacaktır.
– 15 Ağustos 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Turkish Library Museum, The Light Millennium Organizasyonu bünyesindedir. New York Eyaleti kanunları çerçevesinde resmen tüzel bir kişilik kazanarak, 17 Temmuz 2001’de kurumlaşmıştır. NGO/STK (Non-Governmental Organizations) statüsüyle, Birlesmis Milletler’in Kamu Bilgi Birimi’ne ( United Nations Department of Public Information | UN.DPI.NGO) 2005 yılından itibaren üyedir. https://turkishlibrary.us | http://www.lightmillennium.org