HAMİ ÇAĞDAŞ ile Hürriyet-Gösteri Dergisi ve Türkiye’de ki Sanat Dergiciliği Üzerine
Söyleşi : Bircan Ünver, TurkishLibary.Us & IşıkBinyılı.Org; İstanbul, Ekim 2022 | 2. Bölüm (2/2)
Fotoğraflar: Sabit Doğan, DirenSanat.Com ve Bircan Ünver, TurkishLibrary.Us;
“İlk önce şunu net olarak ifade etmek isterim. Dergiciliğin öleceğine bir kere inanmıyorum… ne derginin, ne gazetenin ne de kitabın öleceğini kesinlikle düşünmüyorum ve inanmıyorum. Bir kere, bütün bu teknolojik gelişmeler her şeyi geçici hale getirdi… Yazılı bir şey, kalıcıdır…”
Hami Çağdaş ile söyleşimize aşağıda kaldığımız yerden devam ediyoruz…
Bircan Ünver: 1988 yılında, Hürriyet–Gösteri Dergisi’yle birlikte bir çok sanat ve edebiyat dergileri vardı. Aynı dönem, bunlara iddialı ve pahalı (parlak küşe kağıtla 80-100 sayfa kadar) yayın yapan dergiler de katılıyordu (Argos). Attila İlhan’ın danısmanlığında ve Ülkü Karaosmanoğlu’nun da sorumluluğunu yapmış olduğu Sanat Olayı Dergisi, –yanlış hatırlamıyorsam–, 1987 sonu, Karacan Yayınları tarafından yayınına son verilmişti. Doğrudan plastik-görsel sanatlar ilgili ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi hocalarının sergileri ile yine genellikle üniversite çevresi ile galerileri öne çıkaran Hamit Kınaytürk’ün Sanat Çevresi de, 2006’da kurucu ve yayıncısı Kınaytürk’ün aramızdan ayrılışıyla yayını sona erdi!
İster bağımsız ister Hürriyet-Gösteri, Milliyet Sanat ve Argos gibi bazı gazete ve yayın organlarından çıkmakta olan aylık veya iki haftada bir sanat-edebiyat dergilerinin, o dönemde de tirajı çok düşük olmakla birlikte, sanat ve edebiyata, özellikle de görsel sanat dergilerine artan bir ilgi vardı… Ve şahsen, o dönem bugünler–otuziki yıl sonrası–için çok ümitliydim!
Ancak bugün durum, o günkünden çok daha vahim… özellikle sadece kişisel olarak değil, gençlik ve sanat-edebiyat dergilerine olan talep açısından da…
Örneğin, bir 10 yıl veya 20 yıl sonrası için, Türkiye’de sanat dergileri yayıncılığı adına öngörülerin neler? Ve bu çerçevede, 2000’li veya Z kuşağından beklentilerin neler?
H.Ç. – Tekrar 1980’leri sonu, 1990’ların başına döndüğümüz zaman görece bir hareketlilik vardı. Hürriyet-Gösteri, o hareketlilik içinde geniş bir yelpazesi ile öne çıkan bir dergi oldu. Hem konular açısından hem de yazarları ve şairleri açısından… Şunu söylemek istiyorum. 1990’lara geldiğimizde, usta şairlerin yanı sıra, genç isimler ve yeni parlayan isimlere de yer vermeye başladık…Bir takım, sadece Türkiye’den değil, dünyadan da yeni çıkmış, yeni adı duyulan bir takım akımlara da yer verdik. Örneğin, o zaman post-modernizm akımı gündemde dolaşıyordu… Vidyo-sanatı, bunları birinci elden Avrupa’dan dönmüş, Avrupa’yı bilen yazarlara yazdırdık. Diğer bir avantajı da o zaman Hürriyet-Gösteri’nin yerinin Cağaloğlu’nda olması idi. Çünkü bütün yazar ve şairlerin gidip/geldiği bir yerdi. Günün 12 saatinden fazlası derginin yayın bürosunda geçiyordu. Cağaloğlu’nda olduğu için sadece telefonlarla değil, gelen-giden yazar ve şairler ile doğrudan iletişim halindeydik ve yüzyüze görüşüyorduk…
Herşey o zaman sanki aynı mutfaktaymışız gibi hazırlanırdı…Mesela, o hiç unutmadığım bir anı, Deniz Erman, Avrupa’dan dönmüştü… vidyo sanatından bahsetmişti.. O zaman Nam June Paik çok meşhurdu… onun vidyo sanatı üzerine konuştuk… bunun sonucunda başkalarından da çeviriyle kapsamlı vidyo-sanatı üzerine bir dosya yayınladık. Yine o yıllarda, ya derginin içinde kapsamlı dosyalar, veya derginin ek olarak farklı konularda özel ekler yayınlıyorduk… Halen güncelliğini koruyan bir Mimar Sinan dosyası, İstanbul’da Türk-İslam Eserleri müzesinde açılan büyük Çini Sergisi nedeniyle, Çini Sanatı üzerine özel eki, dosyalar halinde yayınladık…
Ayrıca ansiklopedi eki de yayınladık… İçeriğinde, ansiklopedi nedir, tarihi nedir içerikli bir ekti. Bunu Tahir Özçelik hazırlamıştı… İkinci Dünya Savaşı’nın bir yıldönümü dosyasını Attila İlhan’ın çok kapsamlı bir giriş yazısıyla yayınladık…
Hiç unutmadığım bir başka olay da, Bodrum’da olduğu zaman ve İstanbul’a her gelişinde İlhan Berk, şiirlerini el yazısıyla getirip, verirdi… Bir gün ben bu şiirlerin çalışma defterini gördüm… Yani, el yazısıyla şiiri yazmış, sonra üzerinden çeşitli renkli kalemlerle düzeltme yapmış…
Dedim ki, biz bunu taslaklarıyla birlikte yayınlayalım…
Ve öylece de bir dizi taslaklarıyla birlikte yayınladık… renkli-karalamalarla ve son haliyle yayınlamış olduğumuz bir dizi şiirleri, daha sonra Yapı Kredi Yayınları, aynen bizde yayınlandığı şekliyle kitaplaştırdı…
Mesela işte o zaman, İlhan Berk, ben bunu hiç düşünmemiştim, dedi.
B.Ü. Özellikle 2000’li yıllarla birlikte online – İnternet ortamı yayıncılığı tüm alanları kapsamışken ve akabinde de geliştirilmiş olan cep telefonları, bir hap gibi hem İnternet’i hem günlük iletişimi, hem profesyonel hayatın neredeyse merkezine oturmuşken; Türkiye’de sanat ve edebiyat dergiciliği açısından, dergiciliğin bugünü ve yarınını nasıl değerlendiriyorsun?
H.Ç. Ilk önce şunu net olarak ifade etmek isterim. Dergiciliğin öleceğine bir kere inanmıyorum… ne derginin, ne gazetenin ne de kitabın öleceğini kesinlikle düşünmüyorum ve inanmıyorum. Bir kere, bütün bu teknolojik gelişmeler her şeyi geçici hale getirdi… Yazılı bir şey, kalıcıdır… Biraz önce anlattığım herşeyi herhangi bir kütüphaneye gittiğinizde, dergileri açıp görebilirsiniz. Peki 20 yıl sonra, bu cep telefonlarda yazılmış gördüğünüz İnternetteki yazıları nereden bulacaksınız? Veya bulabilecek misiniz?
Mesela, dün – bizim dönemimizde kaset teknolojisine güvenliyordu… bitti. Kaset çalar yok artık, kaset olsa bile çalacak makinesi yok…
Aynı şey, VHS vidyo kasetleri ve vidyo-kaset göstericileri için de geçerlidir. Ne oldu VHS teknolojisine?
Şimdi o vidyo kasetlerini gösterecek alet de yok…
Hem ses hem vidyo kasetleri zaten çalan veya gösteren cihazları bulsanız dahi ya kaset-bantları eriyor ya da bir süre sonra görüntüler karlaşıyor… Teknolojiye bağlı kültürel ürünler, zamana karşı, kitapla ve basılı kültürel ürünler ile kıyaslanınca çok dayanıksız çıktılar…
Mesela iki örnek vermek istiyorum…
1. İnternette müze gezebiliyorsunuz. Örneğin, Internet te gördüğünüz resim ile müzede bire bir karşılaştığınız resim arasındaki fark nedir?
Reprodiksiyon var mesela… biraz evvel, sözünü ettim, İlhan Berk’in bir çalışmasını bir cep telefonu ekranında görmek başka birşey, kitapta görmek başka birşey…
Mesela ilk bu teknolojiler çıktığında şöyle demişlerdi…
Almanya’da Frankurt Kitap Fuarında, bilgisiayar da yazıyorsun, içeride basılıyor, benzeri çok hızlı ve pratik olarak tanıtıp, anlatmışlardı.. Sanıyorum, o zamandan 20-25 yıl evvelinden, Frankurt Kitap Fuar’ında, 10 yıla kadar kitap yok olacak demişlerdi… Olmadı.. olmayacak da…
2. Bunun en son örneği, John Bolt’un kitabı milyonlar sattı… Herkes, ön sipariş verdi…
Üstelik İnternet’ten ücretsiz kitabın tüm dosyası da yayınlandı. Yine de kitap milyonlar sattı…
Bir de şunu unutmayalım, yine de elektronik ortamda bir kitap okuyorsun… Elektronik ortamda, bir kitap hazırlıyorsun, kitabın sayfasını çeviriyorsun… format yine kitap… dijital ortama bir kitap aktarırken aynı formatı aktarıyorsun ve kitap formatından da elektronik ortamda okunuyor, bu kez…
Şöyle bir gelecek öngörüsü var. Artık dergiler uzmanlık dergileri olacak… Tamam, belli bir kesimin aldığı, belli alanları izleyen/okuyan kesimin aldığı bir dergicilik anlayışı olacak… Zaten mevcut da… Sinema, Mimarlik, Dekorasyon, Arkeoloji, Sanat, Edebiyat, Denizcilik, Havacılık gibi…
Ayrıca, elektronik ortamda ne kadar okunduğumuzu da tam bilmiyoruz…
Zira her bir tıklama, aynı zamanda tam bir okuma mıdır?
Bu kıyaslama çerçevesinde, basılı bir kitap veya dergi söz konusu olduğu zaman onun kaç sattığını biliyoruz…
Mesela, bu “ölmemeye – devamlılığa” şunu örnek gösterebiliriz. FANZİN*[1]
Şunu örnek gösterebiliriz. Gençler, fotokopi – teksir makinesi; çoğaltarak, 300-400 tane dergi çıkatrip satıyorlar… Kadıköy de bazı merkez noktalarda, gençler bunları satıyor…
Bunlar, okunuyor mesela…
Internet’te de yapıyorlar…
Sonuç da basılı bir yayına ihtiyaç duyuluyor.
Mesela gençler şiirlerini kitap halinde görmek istiyorlar…
Teknolojiye dönecek olursak, bugün CD’lerin kaderi de ses ve vidyo kasetlerine dönmüş durumda…
Bu konuda, söz’ün özü, yazılı-ve-basılı birşey hiç ölmeyecek…
Teknoloji öyle birşey ki geliştikçe, önceki teknolojisiyle birlikte, ölürken içeriğinde de önemli kayıba uğruyor… Arşiv ve kaynak değeri her yeni teknolojiyle bir önceki içeriği, riske ediyor… Hele küçük çaplı yayın ve kuruluşlarda, hızli değişen teknolojiye ayak uydurmak kadar, mevcut arşiv ve belgelerini bir sistemden ötekine aktarmak da dağ gibi yığılan insan gücü, zaman ve gerekli finansal kaynaklar benzeri, bizim yayın dünyamızda çok da gündeme gelmeyen bir dizi sorunu da beraberinde getiriyor!
B.Ü. Hürriyet-Gösteri’nin ilk yayınlandığı yıl 1981 den itibaren ’80 li yıllara ve özellikle de genç şairler ve yazarlar ile yeni akımlara yer vermeye başlamış olduğu 1990’lu yılları özetlediniz. Peki ya 2000’li yıllar? Özellikle, Derginin Amerika dağıtımı olmayışı nedeniyle, 2000’li yıllarda derginin çizgisini ve yayınlarını takip edemedim. Bize bu çerçevede 2000-2010 veya 2000-2015 yılını da özetleyebilir misin? Örneğin yayın çizgisinde, yayın periodiğinde, içeriğinde ne tür değişiklikler ya da yenilikler oldu? Gerek yazar-şair gerekse sanatçı kadrosu kadar okuyucu kitlesinde değişiklikler oldu mu? Olduysa bunların başlıcaları neler?
H.Ç. Aslında ben 1980’ler ve 90’lar diye bir ayrım yapmıyorum. Asıl kırılma, 1989-2000 yıllarını kapsayan dönemde başladı. Çünkü toplumsal ve kültürel değişimlerin bir gün ya da bir ay içinde olacağına ya da gerçekleşeceğine inanmıyorum. Gerçek değişim yeni millenyum (yeni binyıl) diye adlandırılan, dönem ile birlikte başladı. Aslında bu dönem, Turgut Özal dönemi (1983-1989) ile başlamış olan yeni liberalizmin getirdiği birikimin de bir meyvasıydı.
B.Ü. Peki bu meyvayı nasıl tanımlıyorsun?
H.Ç. – Bir kere libralizm adı altında yeni zengin sosyal gruplar ortaya çıktı. Bu grupların oluşturduğu katman, sadece, “kârlılık” ve “zenginlik” ölçütleriyle hareket ediyordu. Bu aşamada, sosyal ve kültürel değerlere bu ölçülerle bakıldı. Artık, sanat eseri ve kültürel ürünler, para ve ün getirmesine bağlı olarak desteklenip piyasaya sürüldü. Zaten 1990’lar boyunca medya şık, renkli ve göze hitap eder bir şekile bürünmüştü. Bu medya, yeni sosyal gruplara hitap ediyor ve onların sanat zevkini biçimlendiriyordu.
B.Ü. Bu da yeni bir “sanat yazarlığı” türü yarattı, değil mi?
H.Ç. – Bu yazarlar, her konuda bu ölçüler dahilinde fikir beyan ediyorlardı. Daha önce gazete ve dergilerde, kültür-ve-sanat ayrı bir bölüm-sayfa iken, normal haberlerin içinde kayboldu. Bu gelişmeyle röportaja gittiği sanatçıya hayat hikayenizi anlatır mısınız, diyen muhabirler doğdu. Daha sonra bu muhabirler, sanat haberleri yazmaya başladılar.
Sorunun başlangıcına dönersek, 2000’ler ile beraber bu işleri üstlenecek halkal ilişkiler ve ajanslar doğdu. Bunlar medyaya hazır malzeme sundular. Bu sanatçı-ajansı-galeri-yada-yayıncısını izleyen bir silsile oluşturdu. Bu silsile arasındaki bağları kurmak için de para ve bu parayı ödeyecek sponsorlar ortaya çıktı. Aynı şey tiyatro ve sinema içinde ve organizasyon şirketleri ve salon sahipleri için de geçerlidir, ve onlar içinde aynı mekanızma işledi ve işletilmektedir.
B.Ü. Peki, ister ressam, ister yazar, ister müzisyen, ister tiyatro, ister sinema ve/veya sanat alanlarında, sponsorlar temin edememiş olanlar, bu dönem de birden ortadan yok mu oldu? Veya onlar nasıl kültürel ve entellektüel varlıklarını sürdürdüler ve sürdümeye devam edebilmektedirler?
H.Ç. – Hayır. Yok olmadılar. Ancak, 2000’lerle beraber, örneğin dergicilik sektöründe “fanzin” dediğimiz ürünler ortaya çıktı. Genç şair ve yazarlar, yeni teknojileri kullanarak “fanzin” kategorisinde, yayınlar yaptılar. Bunları elden dağıttılar. Aynı şey, küçük tiyatroların ortaya çıkışına da neden oldu. 30-40 kişilik küçük mekanlarda tiyatrolar yaptılar. Yalnız, sistemde en çok bozguna uğrayan sinema oldu.
Bu çarka uymayan filmler, gösterim salonu bulamadılar. Buna festivallerde ve yurt dışında ödül almış filmler de dahildir. Ve bu süreç halen etkisini arttırarak da devam etmektedir.
B.Ü. Peki dergicilik genelinde ve Hürriyet-Gösteri özelde bu kapsamda kendine nasıl bir yer buldu veya tutundu?
H.Ç. – Dergicilik sektöründe zorunlu olarak, biçimsel yenilikler yapıldı. Kağıt ve baskı kalitesinde, ileri-modern teknolojiler kullanılırken, renklilik ve bu yeni sanat tüketicisinin ölçütleri göz önunde tutuldu. Burada, 2000’lerde ortaya çıkan bu sanat tüketicisi kavramının altını da çizmek lazım.
B.Ü. Sanat tüketicisi kavramını Türkiye’de nasıl tanımlıyorsunuz?
H.Ç. – Artık sanat ürününe yaklaşımda da kapitalizmin arz ve talep kavramını ön planda tutuluyor. Ve bu değerlerin oluşturulması için daha önce ifade ettiğim mekanizmalar kullanılıyor. Yani herhangi bir mağazada, bir ceketin moda olması, geniş kitlelerce alınması için yapılacak her türlü çalışma, sanat ürünü içinde de aynı yaklaşım içinde pazarlanıyor.
B.Ü. “Fanzin”e geri dönersek, bu nitelikte ortaya çıkmış olan yayınlar, onun yayıncısı ile yazarlarına nasıl bir dönüşüm sağladı?
H.Ç. – Bir grup yazar ve şair toplanıyor, bir fotokopi/çoğaltma makinesi buluyor, oturup birşey hazırlayıp, sonra bunu çoğaltıp elden ticari bir kaygı olmadan dağıtıyorlar. Bu yayıncılık anlayışı, onlara bir yaratıcı özgürlük ile seslerini duyurma imkanı sağlıyor. Bir dönem, “fanzin” akımı büyük kentlerde, bir hareketlilik sağladı. Genç yazar ve şairler ve yazarlar isimlerini böyle duyurdular. Zaten belli bir seviyede isim duyurduktan sonra bu “fanzin”lere de ihtiyaç duyulmadı. Sonra bu eğilim sanal ortama bloglar’a (kişisel görüşleri temsil eden web siteleri) taşındı ve bunun uzantıları da sosyal medyaya yansıdı. Artik “fanzin” devri de İnternet çağı ile kapandı.
Hürriyet-Gösteri de, bu sürece hem zorunlu uyum sağladı hem de süreçten payını aldı. Başta Hürriyet grubuna bağlı olduğu için, maddi sıkıntıları olmadı ve teknolojik değişime hemen uyum sağladı.
Bu dönemde en büyük avantajımız, Hürriyet grubu, sahip ve yönetim değiştirmiş olsa da bağımsız yayın politikamızı kesintisiz, sürdüregeldik. Yani hiç kimse, gerek yazar gerek konu bağlamında, bir baskı yapmadı.
Ben 35 yıllık Hürriyet-Gösteri’nin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak, içerik ve yayın politikasında birinci derecede söz sahibi olarak, bu anlamda bağımsız bir dergicilik anlayışını sürdüregeldiğimiz için, kendimi şanslı adlediyorum.
Bunda önemli bir payın da Doğan Hızlan’a ait olduğunun da altını çizmeliyim.
Bu dönemde içerik olarak da bir değişim yaşadık. En önemlisi dergimizde yayınladığımız edebiyatımızın köşe taşlarını birer birer yitirmeye başladık. Melih Cevdet Anday, Ilhan Berk, Fethi Naci, Sezer Tansuğ, Sabahattin Kudret Aksal gibi isimler yok artık…
Böylece 2000’ler ile birlikte daha genç bir yazar ve şairler grubunun ürünlerini yayınlamaya başladık..
B.Ü. Biraz önce dedin ki, Hürriyet-Gösteri yeni teknolojilere hızlıca uyum sağladı. Ancak, Hürriyet-Gösteri halen online ortamda mevcut değil?
H.Ç. – Demiröğen Holding’e bağlı gazetelerin dijital olarak yayınlanmasına geçildi… Basılı da yayınına devam ediliyor. Aynı zamanda Hürriyet’in ki de…
Aynı yöntemde yayınların dergiler içinde sanal ortamda yayınlanması üzerine çalışmalar devam ediyor. Dijital/sanal ortama geçildiğinde dahi hem basılı hem sanal ortam yayın olarak iki alanda yayını eş zamanlı sürdürülecek…
Genel olarak, dergi için bu sorunun çözümlerine halen ulaşılmış değil. Çünkü online sistemde abonelik ve reklam sorunları çözülmüş değil. Ayrıca bu bağlı olduğumuz kurumun yayın politikasına da bağlıdır.
B.Ü. Örneğin, Hürriyet-Gösteri Dergisi’nin ARŞİVİ; NEDEN olduğu gibi İnternet ortamında ulaşılır kılınmaz? Veya böyle bir proje gündemde midir?
H.Ç. – Şimdilik böyle bir proje ve de bütçesi yok.
B.Ü. Sanat dergilerinde eleştirmenlik konusunu gerek 1980-2000 gerekse 2000-2020 dönemleri çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsun?
H.Ç. – Özellikle daha önce söylediğim nedenlerle genç kuşakta
Sanat dergiciliğinin en önemli vasfı, ürün yayınlamaktan ziyade bu ürünlerin değerlendirilmesi, eleştirilmesidir. Çünkü bu ürünleri kitaplaştırıp, okura ulaştırmak mümkün. Bununla birlikte eleştiriler, kitabın yayınlandığı, serginin açıldığı, oyunların sahnelendiği dönemlerde, zaman dilimlerinde, yayınlanması ve okunması gerekiyor.
Çünkü eleştiri, sadece bu ürünün iyi ya kötü demek değil, aynı zamanda hem sanat tüketicisine hem de sanatçıya yol gösteren esere bakışımıza yeni katkılar sunan bir kanaldır. Bu nedenle, sıcağı sıcağına yazılması, okunması her iki taraf da için de katkı sağlayıcı bir niteliğe sahiptir.
B.Ü. Hürriyet-Gösteri Dergisi için bu dönemlere eş zamanlı, derginin yayın ilkeleri, çizgisi, içeriği ve dinamiğinde eleştirinin rolü ve yeri ne olmuştur?
H.Ç. – Dergilerin önemi aslında eleştiriyle bağlantılı birşey… Dergi dediğimiz şey, tanıtımın yanısıra eleştiriyi de eleştirmeli… Hangi sanat veya edebiyat türü olur ise olsun, gelişmesi için mutlaka eleştiri şarttır… Yani dergiyi vazgeçilmez kılan en önemli şey de bu eleştiri boyutudur. Eleştiri yayınlayacağınız bir merci şarttır. Onun için hem dergilerin vazgeçilmezliği hem de okunurluluğu ve güncel sanat ve edebiyatı takip etmesi de önemlidir.
B.Ü. Peki, 2000 öncesi ve sonrası eleştiri açısından nasıl değerlendiriyorsun?
H.Ç. – 1990’larin sonundan itibaren araya yukarida sozunu ettigimiz sanat, bir market urunune donusmesi, sanat pazarlayicisi unsurunun devreye girmesiyle elestirinin niteligini dogrudan degistirdi. Artik, yazilar, pazarlamaya donuk olmaya basladı…
Boyle olunca sanat yazarlari da, sanat dergilerinin özellikle ana-akım gazeteler ve haftalık dergilerde düzenli katkılara tesvik var iken, bu 2000’lerden sonra azaltilarak, en aza indirilmesi bir anlamda da elestiri yazarligina sekte vurdu.
Sanat dergilerinde, eleştiri alanında, bütün bu gelişmelerin sonunda, çok önceden beri var olan eleştirmenlerin ya da yazarların “zar attığı” yazarlar ve şairler kuşağı, 2000’lerden sonra benzer bir gelişme çizgisinde devam etmedi. Örneğin, Nurullah Ataç’ın “zar attığı” ya da Doğan Hızlan’nın 1950 kuşağı yazar ve şairleri ya da Sezer Tansuğ’un ısrarla gündeme getirdiği yazarlar ve ressamlar kuşağı niteliginde yeni bir kuşak oluşmadı.
B.Ü. Nurullah Ataç’ın “zar atmak” deyiminden söz ettin. Bunu biraz açıklar mısın?
H.Ç. – Nurullah Ataç, bir yazarın ya da şairin kitabını alır, bunun hakkında yazardı. Doğan Hızlan, 1950 kuşağının eleştirmeniydi. Sezer Tansuğ, kendi kuşağının ressamlarını savundu. Bu eleştirmenler, sanatçıların gelişmesine de katkıda bulundular. Bu yazılı da oldu, dönemin şartlarında birebir buluşarak-tartışarak da oldu. Örneğin Ataç, genç bir yazar veya şairin begendiği yeni bir kitabı için “zar attım’ diyerek, onun geleceği için bir tür garanti veriyordu.
Döneminde, çoğu okur, onun bu “zar attığı” yazarlarını yakın takibe alıyordu.
Daha sonra ki yıllarda, yazar-yayıncı-şair-galeri-ressam birebir ortamlarda iletişim kurma ortamları azaldı. Örneğin, yayın kuruluşları, İstanbul’da ve Ankara’da belirli merkezlerde yoğunlaşmıştı. Eleştirmenler ve sanatçılar, yayıncılar, eleştirmenler ve sanatcılar bu merkezlerde bir araya gelme imkanına sahipti.
İşin bir de fiziki boyutu var. 1990’larla birlikte, şehirler büyüdükçe yayın merkezleri, şehrin en uzak köşelerine atıldı. Artık, insanların birebir karşılaşması ancak küçük gruplar için geçerli hale geldi…
Özellikle korona virüsu salgını nedeniyle bu ortamlar ise neredeyle büsbütün ortadan kalktı.
Bir anlamda, yazılar, dergilerin yayın içerikleri de bu merkezlerdeki buluşmaların sonucunda şekilleniyordu.
2000’lerle beraber, fiziki ortamları “bloglar”, kişisel websiteleri ve/veya sosyal medya sayfaları yer aldı.
B.Ü. 2020’de Hürriyet-Gösteri dergisinin geldiği ve durduğu nokta neresidir?
H.Ç. – Bütün bu gelişmelerin ve olumsuz etkilerin sonucu, dergilerin her ay belli bir içerik yoğunluğuyla çıkması, imkansız hale geldi.
Artık aylık dergiler azaldı.
Genellikle 2 veya 3 aylık yayın periodiğine düşürüldü. Bunun yanı sıra, okuru az ama sadık takipçi veya sabit okuru olan ve bu okura bağlı olarak, ilan potansiyeli de olan uzmanlık dergilerinin sayısı çoğaldı. Gemicilik, Yemek, Arkeoloji, Mimarlık, Tasarım, Kadın, Çocuk, benzeri…
B.Ü. Bildiğim kadarıyla 2014 yılından itibaren derginin sayfası azaltıldı, aylık yerine 3 ayda bir yayına geçti! Üstelik Gösteri Dergisi, Hürriyet Gazetesi’nin bir ürünü ve özellikle de değerli Doğan Hızlan’ın da “düşünsel bir çocuğu” (brain-child) olarak değerlendirdiğimizde, bugünden Hürriyet-Gösteri Dergisi’nin yakın ve uzak gelecekteki geleceğine ilişkin öngörüleriniz neler?
H.Ç. – Üç aylık yayına geçtikten sonra, dergi ilk yayın ilkelerine bağlı olarak, içeriğinde edebiyatın ağırlığı daha arttı. Buna karşı, tiyatro ve aylık sergiler azaldı.
Şu anda en önemli faktör, Türkiye de kağıt maliyetleri…
Kağıdın hepsi ithal…
Bizde kağıt üretimi çok az, ithal edildiği için ve İthalata bağlı getirilmiş olduğu için, kağıt fiatları ile ekonomik durumumuz arasında, dolayısıyla dergi yayıncılık ve genel yayıncılık sektöründe doğrudan bir bağ, etki ve onun sonucu var… Çünkü, maliyetin en büyük kalemini kağıt tutuyor…
Bu nedenle, kültürel yayıncılık, sponsorluk esasına bağlı yayınlar kategorisindedir..
Zaten dergiler, büyük firmaların bir prestij yayını olarak sürdürülüyor. Yoksa kendi başına veya ticari getirisi açısından değil… Bunun etkisyle, maliyetleri en az – mınimumda tutma çabasındalar… Derginin sayfa sayısını da arttırıp, her ay yerine üç ayda bir yayınlanılmasına karar verildi…
Son bir yıldır da, bu sefer büyük boyutlu 96 sayfa olarak yayını sürdürüyoruz.
B.Ü. Hürriyet–Gösteri dergisinin bu kırk yıllık süreçte ve bugün, kültürel toplum hayatımızda ki etki alanını nasıl değerlendiriyor sun?
H.Ç. – Biraz evvel yukarıda da söz ettik, aşağı-yukarı 40 yıldır, Türkiye’nin kültür ve sanat hayatında bir süre ve ayrıca bu dönem, Türkiye’nin hayatında da çok önemli değişikliklerin olduğu – yaşandığı bir dönem. Statik bir dönem değil. Yazılarıyla, tartışmalarıyla, bir takım süreçlere katkıda bulunmuş bir dergidir. Bu nedenle, özellikle benim tanık olduğum son 5 yılda çeşitli üniversitelerde, master / yüksek lisans ve doktora tezlerinde, doğrudan tez konusu olarak, Gösteri dergisi akademik ve bilimsel olarak inceleniyor. Mesela Gösteri dergisindeki yazar, konu dağılımı, genel eğilimler gibi başlıklar altında inceleniyor… Bunlara ayrıca, çeşitli yazarlarımızın, ressamlar üzerinde çıkan yazıları, sanatçılar ile yayınlanmış söyleşileri, Türk sanatı hakkındaki tezlere de, bu dergide yayınlanan yazılar üzerinden inceleniyor, tezlere dahil edilerek referans/kaynak gösteriliyor. Aynı zamanda yazar ve şairler için yapılan araştırmalarda, Hürriyet-Gösteri dergisindeki yayınlanmış yazılar da, bu tezlere kaynak oluşturuyor.
B.Ü. Hürriyet-Gösteri Dergisi, online yayına da geçtıği zaman yayın periodiği olarak aylık mı, üç aylık mı ya da haftalık olarak mı düşünülmektedir? Aynı zamanda, 1980’li yıllarda olduğu gibi yine tüm sanat – kültür alanlarını kapsayan bir online dergi olma olasılığı nedir?
H.Ç. – Halen edebiyat ağırlıklı devam ediyor. Biçim değişse bile sistem değişmiyor. Biz 3 aylık olduktan sonra güncel sergi, tiyatro, konser benzeri haber, yazı ve röportaj azaldı, çünkü gündemden düşüyor… Buna karşılık, daha genel, örneğin bir ressamın son sergisi değil de bir retrospektif sergi benzeri sergiler ile bir de çok uzun süreli, örneğin 6 aylık sergilere yer veriyoruz…
Türkiye’de kağıt konusunda ithalden yerli üretim ağırlıklı geçip maliyetler düşürüldüğünde o zaman belki aylık dergi yeniden gündeme gelebilir…
İdeali de zaten başladığı gibi aylık dergi olarak devam etmesidir.
B.Ü. Başta gençlerde, genel bir ilgisizlik, hem gençler hem genel toplumda bir dizi-koliklik durumu ve bunun üstüne üstlük Covid-19 salgını; koronalı bir dönemin baskısı ve süreci içinden geçerken, bu dönemde hem dergicilik adına, hem de toplum adına nasıl sağlıklı çıkabileceğimizi öngörüyorsunuz?
H.Ç. – Belki bu salgının şöyle bir yararı oldu… İnsanlar eve kapandıkça kitaplara döndüler… Online sipariş sistemi de geliştiği için, insanlar; sipariş üzerinde olduğu için daha çok kitap ve yayınla eve kapandığı için, yeniden kitap ve yayınlara döndü… öyle bir yararı oldu diyebiliriz…
Bugün, aynı zamanda mesela, Metropolitan’ın İngiltere Royal Operası’nın bale, opera yayınlarını izledi…
Temsillerin bütününü izledi…
Avrupa müzelerini sanal ortamda ücretsiz gezdik…
Tabii bunlar, bir anlamda eve kapanmamızın avantajları oldu…
Hamlet, Macbet benzeri klasiklerle birlikte modern çok etkili Çellist adlı bir bale izledim…
Benim gibi Türkiye’den bir çok kişi bunları izledi…
Mesela Internet’in şöyle bir faydası da oldu… bundan haberi olanlar, kendi çevresine şu anda şurada şu oynuyor veya şunun jazz konseri var, benzeri mesajlar çektiler…
B.Ü. Gerek İnternet/dijital gerekse basılı ortamda, özelde Hürriyet-Gösteri Dergisi ve genelde tüm kültür, edebiyat ve sanat dergilerinin yakın ve uzak geleceğini nasıl görüyorsunuz?
H.Ç. – Tabii derginin bu kadar yayın yaşamını uzun sürmesinde – devamlılığında, derginin Genel Yayın Yönetmeni Doğan Hızlan’ın kişiliğinin, ve Türk Kültür Sanat hayatındaki vazgeçilmez yerinin, önemli bir payı ve katkısı var… Bağlı olduğu Hürriyet kurumunun sahipleri değişse de, her zaman Hürriyet-Gösteri’nin yayınının devamına öncelik verdi…
Bununla beraber, gerek sahipler açısından gerekse gazetenin yazı işleri kadroları açısından herhangi bir yönlendirme ve baskıyla veya içeriğe müdahale ile karşılaşmadığımı yinelemek isterim. 35-40 yıllık bir döneme yayılan Hürriyet-Gösteri tecrübem ve birikiminde, ne kurumsal olarak, ne kişisel olarak, buna en başta Doğan Hızlan da dahil; içeriğe, hangi yazı, sanatçı, yazar, girip-girmemesi benzeri hiç bir baskı veya müdahale olmadan; içeriğinin oluşturulup hazırlanması sürecinde, hep bağımsız oldum…
ß.Ü. “Sorunlar, insanların değerlendirmesi için bir fırsattır,” genel anlayışı ve/veya “Korono’dan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” öngörü, değerlendirme ve hatta ne bekleyeceğimizi tam öngöremediğimiz bir belirsizlik ortamına itilmiş durumdayız, Türkiye de ve dünyada koronanın ilk resmen açıklandığı günlerden itibaren de en sık gündeme getirilen görüşlerden biri… Bu çerçevede, genelde siz korona salgınlı günlerin en başta Gösteri’yi nasıl etkilediğini anlatır mısınız?
H.Ç. – Bu sürecin geçmesini beklemek lazım. Oyle bir kaosta yaşıyoruz ki, bu kaos geçmeden hiçbirşey öngöremiyoruz. Çünkü mevcut ortam ve sağlık tehdidinde, ufkumuz kapalı. Ama herşeye ragmen ben yazılı medyanın, kitabın, derginin var olacağına inanıyorum. Bizden çok daha iyi ülkelerde bile kitap, gazete ve dergi satışları artmıyor ama devam ediyor. Önemli olan kaliteyi korumak, kaliteden ödün vermemek.
B.Ü. Resmen 37 yıllık Gösteri Dergisi çalışma hayatınızda (söyleşinin gerçekleştiği 2020 yılı itibariyle), en çok hayal kırıklığına uğramış ve en çok heyecanlanmış ve mutlanmış ve yaşadığınız sürece unutamayacağınız iki olayı bizimle paylaşır mısın?
– Tabii… şu var… başta da ifade ettim, Cağaloğlu’ndayken de, daha sonra Güneşli’ye de taşındığımız zaman, sadece mesai saati değil mesai saati artı sonrası saatlerde benim için o kadar önemliydi… çünkü derginin grafiğini akşamları yapıyorduk. Çünkü grafiker akşamları çalışıyordu… Sonrasına yemeğe gidip, gene dergi üzerinde konuşuyorduk… Şairler, yazarlar ve ressamlarla yine devam ediyorduk… Bir tiyatroya gittiğimizde, bir tiyatrodan sonra bir yere gider oyun üzerine yönetmen, yazar ve oyuncular ile oyun üzerine konuşmaya devam ederdik. Özet olarak benim için sadece iş hayatı değil, bir yaşama biçimi ve yaşamın her alanına yayılan ve bütünleyen bir yaşama biçimiydi… Mesela, senelerce cumartesi ve pazar günleri de mesai yaptım, tashih yaptım, röportajlar için ses kayıtlarını çözdüm, arşivden fotoğraf taradım, arşivi düzenledim benzeri bunları da işimin olduğu kadar yaşama biçimimin de bir parçası olarak yaptım… Bir süre sonra da, özellikle 90’ların ikinci yarısında amatör bir dergici gibi tek başına çalışmaya başladım… Artık bütün aşamalar bana bakıyordu…
Şu anda da hala Doğan Hızlan’ın Genel Yayın Yönetmenliğiyle birlikte işin mutfağını tek başına yürütüyorum…
Bu nedenle, benim için Hürriyet-Gösteri çin bir hayat biçimidir… Hürriyet-Gösteri Dergisi’ni çıkartmak, yayınlamak benim için bir hayat biçimidir… Hayat’ın kendisidir…
Elinizde imkanlar ve karar verme güç ve yetkiniz olsa, Hürriyet-Gösteri Dergisi’ne ilişkin neler yapmak isterdiniz?
H.Ç. – Belki tek bir dergi değil ama bir edebiyat, bir sinema dergisi, bir görsel sanatlar dergisi gibi; sanat dallarına göre ve onların öznelliklerine göre ayrı ayrı dergiler yayınlamak isterdim. Her dergide, mutlaka geniş oylumlu bir veya iki yazı yayınlamak ve mutlaka bir de her bir sayı için özel bir dosya hazırlamak isterdim.
Sanat ve sivil toplum kuruluşları arasında sizce bir köprü var mıdır?
H.Ç. – 2000’lerle birlikte önemli bir gelişmede Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının gücü ve sayısının artmış olmasıdır. Ancak bu sivil toplum kuruluşları genellikle sosyal ve siyasal görüşler cerçevesinde faaliyet gösteriyorlar. Sanatçılar ise ancak bir “mesleki kuruluş” biçiminde örgütleniyorlar. Ancak bu iki kanal arasında henüz bir köprü kurulabilmiş değil!
Bu köprünun kurulması için neler yapılabilir?
H.Ç. – Bu iki tarafın da anlayışına bağlıdır. Sivil toplum kurumları, sanatçı örgütleriyle bağlar kurup ortak projeler üzerinde çalışmıyorlar. Halbuki festivaller, fuarlar gibi bir takım etkinlikler bu işbirlikleri için önemli fırsatlardır. En basit örnek, İstanbul Film Festivali, filim göstermenin yanısıra kimi kuruluşlar ile işbirliği yapıp, şehrin her bir yerinde etkinlikler düzenleyebilir ve daha geniş kitlelerin katılımını sağlayabilir. Bu diğer büyük şehirler için de geçerlidir.
B.Ü. Bildiğim kadarıyla doğma büyüme İstanbul’lusunuz ve Emirgan’da yaşiyorsunuz. Size bana İstanbul’u üç genel kategoride anlat dersem, yanıtınız ne olur?
H.Ç. 1. İstanbul, herşeyden önce bir su kentidir.
Denizi, Çılgın Karadenizi, Marmara’nın sükûneti, su ve deniziyle…
Haliç
Tarihi Çeşmeler
Su Kemerleri
Sarnıçlar
Dereleriyle…
Kırk yıl evvel çok daha güzeldi…
Muhtemelen çok az şehirde, bu kadar çeşitli su kaynağı vardır.
Her köyün bir deresi vardır, İstanbul’da…
Ortaköy deresi
Bebek
Baltalimanı
İstinye
Büyükdere
Karşıda
Göksu
Küçüksu
Kadıköy Kurbağlıdere
Güneşli-İkitelli
Ayamama deresi
Tavukçu deresi
2. İstanbul’da tarih dediğimizde neler var’a gelince?
Mimarisi
Arkeolojisi
Taş çağından – yontma taş devrinden bugüne her devirden bugüne kalıntılar var.
Fikirtepe
Beşiktaş
Büyükçekmece Yarımburgaz Mağarası
Roma var, Bizans var, Osmanlı var…
3. İnsan Mezarlığı
Yüzyıllarca İstanbul, dünyanın en kalabalık şehri olmuş…
Bizans döneminde
Bizans
Moğollar
Vikingler
Avrupalılar
Araplar
Mısırlılar
Arap Camii
Moğol Klisesi
Bu kadar zengin bir tarihte bizim en büyük eksikliğimiz, belgesel eksikliğidir.
Meselâ, National Geography İstanbul’daki Vigingleri bulmuşlar.
Çünkü İstanbul doğu ile batı, kuzey ve güneyden tam bir düğüm noktasıdır. Ticaretin toplandığı merkez, baharattan – kürke…
İstanbul, büyük bir ticaret şehri olduğu için, kültürel tolerans dokusunda–çoğrafyasında vardır. Mesela, İstanbul, Bizans döneminde bir Ortodoks şehridir. Aynı zamanda, Katolik Kilisesi, Moğol Kilisesi, Arap Cammi vardır. Tahtakale dediğimiz yerde, Venedikler; Galata’da Cenevizler yerleşmişler.
İstanbul’u üç kelime ile özetlersek, su, zengin tarih ve toleranslı bir şehir olarak tanımlayabiliriz.
[1] Fanzin, İngilizce “FANatic“ ve “magaZINE“ kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşturulan finansal kaynaklardan ve hiyerarşik yapılardan uzak alternatif bir basılı materyeldir. Farklı yöntemlerle çoğaltılan örnekleri olmakla beraber genellikle fotokopi aracılığı ile çoğaltılarak satış amacı güdülmeden dağıtılan yayınlardır.
2022’den 1988’e geriye doğru bir bakış…
Bugünden geriye bakınca, 1988’den itibaren Hürriyet-Gösteri dergisindeki sanatçılarla yapmış olduğum söyleşilerin, yıllar içinde gerek çeşitli araştırmalara kaynaklık etmiş olduğuna ve bazı ilişkin alanlardaki kitaplarda da kaynak gösterilmiş veya dahil edilmiş olmasından onur duydum.
Aynı zamanda, sanat söyleşileri, soruşturmalar ve denemeleri içeren “En Kutsalı Yaratmak”, “Sanatın Labirentlerinde…” adlı kitaplarıma da, yıllar sonra Hürriyet-Gösteri’de yayınlanmış olan yazılı çalışmalarım da kaynaklık etmiştir.
Ayrıca, Sn. Doğan Hızlan, İstanbul’da 2010 yılında kurulmuş olan Işık Binyılı MultiMedya, Kültür ve Sosyal Destek ve Geliştirme Derneği’nin Onursal Başkanı’dır. Ve Hürriyet-Gösteri Dergisinin Sorumlu Yazi İşleri Müdürü Hami Çağdaş’da, derneğimizin Yönetim Kurulu üyesidir.
Hürriyet-Gösteri Dergisi’yle başlamış ve Türkiye’ye geliş-gidişlerimde zaman zaman görüşmelerle bugünlere kadar uzanan nadide dostluğumuz için çok değerli Doğan Hızlan ve Hami Çağdaş’a;
Ayrıca, Sn. Sabit Doğan, DirenSanat.Com’a, bu söyleşi için sağlamış olduğu lojistik ve fotoğraf desteği için çok teşekkür ediyoruz. – B.Ü.
Turkishlibrary.Us ve IşıkBinyılı.Org için ortak yayın amaçlıdır.
©2020-2022, Bircan Ünver, www.turkishlibrary.Us – www.isikbinyili.org
[…] Özyaşamı üzerineBircan Ünver, TurkishLibary.Us & IşıkBinyılı.Org; İstanbul, Ekim 2022 2.Bölüm Hürriyet-Gösteri ve Türkiye’de Sanat Dergiciliği Üzerine…Fotoğraflar: Bircan […]