DENEME | Bircan ÜNVER, IşikBinyılı.Org
GİRİŞ: [28-29 Ekim 2017, İstanbul] Bu denemeye ilham veren konu, Elazığ, Fırat Üniversitesi’nde sunumu gerçekleştirilmiş olan “SANATIN LABİRENTLERİNDEN ~ IŞIK YOLLARINA: Sürdürülebilir İnsani Gelişme, Kültür ve Gelecek” adlı söyleşiye yine Elazığ’dan katılmış olan YERELCE ve ÜLKECE’nin yazarlarından Münir Kebir Bey ile sanal bir tanışıklığın gerçekliğe dönüşmesidir. Aynı zamanda, Elazığ’da geçirdiğim son günü köylerindeki evlerinde bir köy kahvaltısı ile başlayan ve Keban Barajı’nı birlikte görmeyi de içeren, öz’de bir güne damgasını vurmuş olan sımsıcacık bir ev sahipliği ve misavirperverlik ile Belçika merkezli Yerelce‘nin kurucusu ve yayın yönetmeni olan yılların gazetecisi ve editörü Nusret Özgül’ün, yine Yerelce kanalıyla, dünyanın farklı noktalarında olan yazarları arasında yapmış olduğu “Kelebek Etkisi” nedeniyle, bu deneme, değerli meslekdaş ve dost Nusret Özgül ve Yerelce‘ye ithaf edilmiştir.
– Siz “Kelebek Etkisi” teorisine inanlardan mısınız?
Sizi bilmem ama, benim yanıtım, kocaman bir EVET.
– İnananlardansanız, “Kelebek Etkisi” bir kaos teorisi midir?
HAYIR. Bunu böyle sunmuş ve yaymış olanlar, kanımca yeryüzünde yaşamı sürekli bardağın boş tarafını gören ve göstermekte ısrar edenlerin, çoğunluğu teşkil ediyor olmasındandır.
– Ve neden daha çok “Kelebek Etkisi” bir “kaos teorisi” ile ilişkilendirilmiştir?
İnsanlar, genellikle kaos, karmaşa, doğal afet, felaket, savaş, kötülük ve savaş diline doğru kuşaklar ve yüzyıllar boyunca kodlanmıştır. Doğanın özüne ve kendi potansiyelini keşfe ve kendini olumlamaya değil, “korku“ya endeksli bir kültür bombardımanı ve yaşayış tarzına endekslenmiş olduğu içindir.
Tabii ki, “Kelebek Etkisi“nin kaos teorisiyle ilişkilendirilmesinin bir kökü de kanımca, insanları, bilimcileri, politikacı ve yaşamın her kesitinden insanları her hareketinden, yaptıklarından sorumlu olduklarını hatırlatırken, sorumsuz-bilinçsiz ve olumsuz atılacak en küçük bir adımın da bir “Kelebek Etkisi” gibi yeryüzüne ve insanlığa devasa sarsıcı sonuçlar doğurabileceğine bir uyarı ve hatırlatmadır da, kanımca…
Kendi kendime sormuş ve yanıtlamış olduğum olduğum yukarıdaki üç sorunun yanıtını, bu denemeye kaynaklık eden, sevgili ve değerli ortak dostumuz ve Yerelce‘nin kurucusu, yayıncısı ve editörü Nusret Özgül‘ün “Kelebek Etkisi“ni, Yerelce’nin yazarlarından Minür Kebir Bey ve ailesi ile Elazığ’daki buluşmamız bağlamında ele alacağım.
Bu çerçevede, şahsen “Kelebek Etkisi“ni, somut durumlar ile sanaldan-gerçekliğe paylaşımlar zinciri içinde, sürekli bir enerji ve birleştiren-buluşturan-paylaştıran ve anı bıraktıran-biriktirten bir kıpırtı olarak algılıyor ve yorumluyorum.
KELEBEK ETKİSİ* TEZİ’NİN, DOĞA’DAN BU KEZ BİREYSEL YAŞAMLAR ÜZERİNE BİR ETKİSİ ÜZERİNE
Yaşam içinden somut veriler, referanslar, algıların izinden “KELEBEK ETKİSİ”nin öz de yaşamın her alanında mevcut olduğunu ve sadece “kaos” ile sınırlı olmadığı tezini, çok sembolik düzeyde de olsa kanıtlamaya çalışacağım.
Çünkü ‘her bir kelebeğin, her bir kanat çırpmasının etkisi“nin yeryüzünde “kaos“lar yaratacak güç ve potansiyeli kadar, aynı zamanda bir kelebeğin verdiği sinyali, yani doğanın dilini, evrensel dili doğru okuyarak, potansiyel bir “kaos” önlenebilir de!
Ve belki tüm insanlığı kurtaracak bir ışığı da görmemizi ve hayata geçirebilmemizin de yolunu gösterebilir!
Tabii, doğanın dilini – evrenin dilini doğru okuyup doğru hayata uyarlayabilirsek…
Bunun için de en başta, ekolojik dengenin tersine hareket etmez isek ve de etmediğimiz sürece, kelebeklerin her bir kanat çırpışını, onun yeryüzü üzerindeki potansiyel ve mevcut etkisini ve de evrenin dilini doğru okumamız, ancak o zaman mümkün olur!
Buna ekolojik dengeyi korumamız kadar, kız-erkek çocuk ve kadın-erkek ayrımı yapmaksızın hiç bir şey adına, insan doğasının temel yapısı ve coğrafi ortama-koşullarına uyumunda doğal dengeleri ve psikolojik yapıları, ekonomik, siyasi, gelenek, töre, din benzeri gerekçelerle, özünden, doğasından ve doğaya uyumundan saptırılmaması, doğal yapıdan, doğa ile uyumdan da uzaklaştırılmaması, ve de uzaklaştırmamız gerekir!
Örneğin; Japonların özellikle kız çocuklarının ayaklarının küçük olması amaçlı, nasıl demir ayak kalıpları içinde o küçücük kız çocuklarının sadece ayaklarını değil, tüm yaşamları, gelişimleri, düşünce evreleri ve yaşam ile ilişkileri kadar yaşamdaki rolleri de söz konusu “demir ayakkabı” kalıbıyla sıkıştırılmış – gelişimi daraltılmış ve kontrol altına alınmıştır. Kendi iradesi ve seçimi dışında, ayaklarına-bedenine yaşam boyu taşıyacağı en baştan kontrollü bir biçim verilmesiyle, doğanın akışının aksine, bir insanın bedensel-fiziksel olduğu kadar da beyinsel-düşünsel gelişimine de sekte vurulmuş demektir. Böylesi bir gelenek ve yaşama biçiminde; doğa ile uyumlu bir yaşam ve denge de söz konusu olamaz. O kız çocuğunun ve çocuklarının yaşamlarında, bir bakıma içinde bulunduğu toplum tarafından “kız çocukları”nı da meta gibi gören bir anlayışta, “Kelebek Etkisi“nin sonuçlarının da, o çocukların sağlıklı-mutlu olmaları bağlamında hayatlarında çok da olumlu bir “kelebek etkisi” olabileceği de öngörülemez.
Buna karşın, bebeklikten başlamak üzere gerek bedensel gelişim, gerek düşünsel ve yaşamla ilişkiler ve dünyayı kavrama-algılamaya dönük hazırlanan kız ve erkek çocuklarının yaşamına “Kelebek Etkisi” yapıcı, çoğaltıcı ve ilham verici olacaktır.
Çünkü, doğal akış ve yaşamın içinden bir o kadar da yapıcı, olumlayıcı, olumsuzluklara karşı yaşamı ve sıra dışı paylaşımları ve yepyeni dostluklara ve pozitif enerjiye ve o enerjinin yayılmasına da kaynaklık etmekte olduğunu da, bu denemeyle sergilemeye çalışacağım.
* * *
Aradan yedi yıl sonra ve 2 Temmuz 2010’dan bugüne…
“ZOR İŞTİR VEDA ETMEK – BU BİR VEDA YAZISI DEĞİLDİR!
Üç Ülke, Üç Şehir ve Üç Çaba…
“Bu yazıda anlatacaklarım, aynı ülkeden, aynı topraklardan ve aynı kültürden çıkmış olan ve birbirinden habersiz dünyanın farklı köşelerine dağılmış, yerleşmiş ve oralarda yaşamlar kurmuş ve geldikleri kültür ile içindeki yaşadıkları ülke ve kültür arasında sürekli bir varoluş mücadelesi vermiş – köprüler kurmaya çalışmış olan üç farklı kişinin bir hikayesidir…”
Yukarıda adı geçen yazıdan sonra, o düş’lenen ortak bir proje ve üçümüzün bir araya gelmesi, bugün dahi fiziki bir ortamda gerçekleştirilememiştir.
Durum böyle olsa dahi, aramıza Şangay’dan katılan Zafer Karadağ Bey’i, geçtiğimiz yıl (2016), Haziran’ın ilk haftasında sadece beş günlüğüne gitmiş olduğum Şangay’da ziyaret ederek, Yerelce ile ve sanal ortamdaki başlamış olan tanışıklık-dostluk, Şangay’da yüz yüze bir tanışıklığa uzanmıştı.
O tarihlerde, şansıma ve Zafer Bey’in daveti üzerine Şangay’daki bir Türk El Sanatları sergisinin açılış partisine de katılmıştım. Ki onun izlenimleri de geçen yaz yine Yerelce‘de yayınlanmıştı.
2016’da Birleşmiş Milletler’in Güney Kore’de gerçekleştirmiş olduğu 66. Yıllık Birleşmiş Milletler Kamu Bilgi Birimi Sivil Toplum Kuruluşları (66. Annual UN.DPI/NGO Conference) konferansına katılımı değerlendirerek, dünyanın o kesimine ilk kez gitmişken, Çin’e kadar da kısa bir süreliğine de olsa uzanmak istemiştim. Bu düşünceyi programa alınca, hemen akabinde de Nusret Bey kanalıyla Zafer Bey ile hemen iletişime geçmiştim.
Bir sanal tanışıklık ve Yerelce sitesinde kim bilir hangi kelebek etkilerinin sonucu bizleri buluşturan evrensel enerjiler sonucu, Brüksel-Amerika hattı, geçen yılki uçuş hattım olan Amerika-Türkiye-Güney Kore hattından Çin’e kadar uzanmıştı!
İşte buna, yapıcı, enerjileri ve dostlukları çoğaltan ve üreten bir “Kelebek Etkisi” denir!
Bunun bir yenisi de henüz üç gün önce 24 Ekim’de, Elazığ’da gerçekleşti!
Dr. Hamit Umar, Nusret Özgül ile başlayan üçlü ve kendi çapımızda çekirdek sanal bir dostluk ağına katılmış olan Zafer Karadağ ile yeryüzünde bireysel yaşayış noktaları ile yeryüzü küresinin de Hollanda, Belçika, Amerika ve Çin koordinatları arasında sadece sanal ortamda görünen koordinatlar ve kelebek etkilerine bu kez, Türkiye’de, üstelik Elazığ da, Münir Kebir Bey ile coğrafi olarak katıldı.
Benimle birlikte sıra dışı bu beşli grubun en temel iki ortak özelliği ise hepimizin doğuştan Türk ve Türkiye doğumlu olmasıdır! Ve kim bilir hangi kelebek kıpırtılarının etkisiyle, halen hiç ayak basmamış olduğum ve halen yüz yüze de hiç tanışmamış olduğum, bununla birlikte 2000 yılından itibaren sanal ortamda en güvenilir nadide dostlardan biri olan Nusret Özgül Bey‘in yayınladığı Yerelce‘de zaman zaman yazıyor ve her birimizin de yazmış olmamızdır!
Zira Münir Kebir Bey ile yüz yüze tanışıklık da, 24 Ekim’de ki Fırat Üniversitesi‘ndeki “Sanatın Labirentlerinden ~ Işık Yollarına: Sürdürülebilir İnsanı Gelişme, Kültür ve Gelecek” adlı söyleşi nedeniyle, yine yaşamımda ilk kez ayak basmış olduğum Elazığ’da, gülünce yüzünde güneşler açan eşi Samiye Hanım ile birlikte, etkinliğe gelerek, yüz yüze tanışmamız oldu.
23 Ekim, Pazartesi akşamı Münir Bey telefonda aradığında, gerçekten müthiş güzel bir sürpriz oldu… Çünkü telefonda kendini tanıtırken, Yerelce’den Nusret Özgül kanalıyla aradığını söyleyince, hemen ismini yine Yerelce’den anımsadım.
İşte o zaman Yerelce‘nin kurucusu ve editörü, Nusret Özgül‘ün beni dünyanın çeşitli yerlerinde Yerelce‘nin Kalemşörleriyle ve temel taşları ve dostlarıyla tanıştırması ve üstlenmiş olduğum sosyal-kültürel etkinlikleri de destekleyerek, “Kelebek Etkisi“, başka bir deyişle her bir kanat çırpmasının sürpriz güzel ve yapıcı sonuçlarına, bir yenisi de Münir Kebir Bey ve ailesinin katılımıyla gerçekleşti.
Tabii Münir Bey ve eşi Samiye Hanım ile Fırat Üniversitesi’nde tanışmamız ile de sınırlı kalmadı.
Nazik ve kararlı olarak yaşadıkları köye ve evlerinde kalmaya davet etti.
Elazığ’da toplam uçakla gidiş-dönüş olmak üzere ve bu dört gün içinde iki sunum, bir tiyatro (Fırat Üniversitesi, Ars. Görv. ve Edebiyat Öğrenci Topluluğu Danışmanı Sema Oruç Hanım’in etkinlikten sonra Edebiyat Öğrenci Topluluğu‘ndan bir kaç öğrenci, Doç. Dr. Sebahattin Devecioğlu, Münir Bey ve Samiye Hanım ile kampüsün çay bahçesinde birlikte çay içtik, bir süre oturup-sohbet ettikten sonra, şiirler okundu. Takiben, akşam programımızın ne olduğu sorulunca, Sema Oruç Hanım, tiyatro için yer ayırtmış olduğunu belirtti. Oyunun adı ve konusunu sordum ve ilgimi çekti ve tabii, dedim.
Oyunun adı: Lysistrata
Oyun Yazarı: Aristophanes
Sahneleyen: Sivas Devlet Tiyatrosu
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat
Yöneten: Barış Erdenk
Oyuna ilişkin bu bilgileri özellikle veriyorum çünkü, zamanlaması, yeri ve konusunun önemi, gereği, ihtiyacı kadar; oyuncuların başarılı sunumu ve özellikle de beş kadın oyuncunun (Filiz Demiralp, Begüm Atak, Filiz Uysal, Göksu Girişken, Neyra Karaböcü) seri olarak ve sadece bir kaç aksesuar değişimiyle, kadın oyuncudan erkek oyuncuya ve erkek oyuncudan kadın oyuncuya geçişleri ile müzik, kareografi, kostüm ve makyajı da çok başarılı ve etkili idi. Hatta biraz ünlü Broadway Show’u “Cats”i de anımsattı!
Beş kadın oyuncunun, her iki erkek ve kadın karakterini de başarıyla sunmuş olmaları ve Anadolu’nun kalbinde sahnelenen oyunun konusu ve mesajı kadar, Sivas’ın sadece Madımak katliamı ile çok kötü ve karamsar bırakmış olduğu iz’e karşı da bir umut ve teselli de oldu, oyunu izlemek…
Bir başka deyişle, Elazığ’da ki kısacık 4 güne, “Lysistrata” oyunu, Sivas’ın başka ve yapıcı değerlerle orada gündeme gelmesi ve anılmasına ve çok başarılı bir oyun ile dopdolu salona oynanmış olması da, başka bir boyut, umut, anlam, derinlik ve ayrı bir zenginlik kazandırdı…
* * *
Yine 24 Ekim akşam üzeri ve sunumdan sonra çay bahçesine dönelim…
Oturduğum yerden ve karşımda tam yepyeni doğmuş olan Yeni Ay… (24 Ekim)
Hava tatlı bir serinlikte henüz…
İlerleyen saatlerde biraz üşüklenir gibi oluyorum…
İçeri gidelim diye sorulduğunda ise, yooo, diyorum, o mis gibi temiz hava ile tam da kafamı kaldırmama vs. gerek kalmaksızın gökyüzünde karşımda durmakta olan Yeni Ay‘ı da bırakmak istemediğim için…
O akşam için tiyatro kararı çıktığından ve Doç. Dr. Devecioğlu da, okulun Spor Bölümü öğrencilerine sunumumun özellikle Birleşmiş Milletler/STK perspektifinden bir sunum teklifini de yapmış ve onu da Çarşamba akşamına (25 Ekim) programa almış olduğumuz için, Münir Bey’in davetine net bir yanıt vermekte zorlanırken, onun ve eşinin zarif davetine ve etkinliğe kalkıp gelmiş olmalarına da, doğrusu, vakit yok ki, demeyi hiç istemedim!
Hani insan isterse çözüm bulur, denir ya…
Sabah kahvaltısı mı, öğle yemeği mi, akşam mı derken, özellikle Çarşamba akşam ki sunumu Spor Bölümü öğrencilerine de yinelemek olanağını da ıskalamamak için, Perşembe sabahını önerdim. Aynı akşam da zaten İstanbul’a dönecektim.
Münir Bey ve eşi Samiye Hanım, hemen “tamam, sen ne zaman dersen,” dediler. Böylece, kararlaştırıldığı üzere Perşembe sabahı, Münir Bey ve eşi Samiye Hanım birlikte geldiler. Üniversitenin Misafir Evi‘nden çıkışımı da aynı sabah yaptım.
Ana kapıdan çıkarken, Elazığ Etnografya ve Arkeoloji Müzesi‘nin levhasını gördüm. Rica ettim, arabadan indik, fotoğraflar çekindik ve müzeyi görmek istedik. Ancak tadilat olduğu ve eserler de depoya kaldırılmış olduğu için, müzenin içine giremedik ve göremedik!
Oradan yol üstünde ve şehir merkezinde “Çayda Çıra” heykelinin de fotoğrafını çektikten sonra, Münir Bey ve eşinin yaşadığı Nekerek (Bağlarca) köyüne doğru yola çıktık!
Elektrik direkleri ve telleri dışında tüm çevresinin tepe-çıplak yamaç ve ovalarla kaplı olduğu ve yaşadıkları yerin de köyün içinde değil tamamen doğa içinde ve etrafında sadece çok seyrek ve tek tük evlerin olduğu iki katlı evlerine geldik. Evin giriş kapısına geldiğimizde, kapıda bizi, kedileri karşıladı önce.
Sonra kızları, bu yıl Niğde Üniversitesi’ne başlamış olan Cavidan…
Taaa, ilkokul bir veya belki en fazla ikinci sınıfa kadar bizim evde de olan ve yerde tepsi üzerine yer sofrasını hatırlatırcasına, her anlamda doğal ve eski gelenek-alışkanlıkları çağrıştıran nitelikte, hep birlikte otantik yer sofrasında güzel bir sabah kahvaltısı yaptık.
Ve kimsenin aklının alamayacağı birşey yapmış Münir Bey…
Ankara’da iki evi satmış, emekli olduktan sonra doğa içinde, bahçe, meyve-sebze yetiştirerek yaşayabilmek ve Nekerek de ev yaptırmak için…
Daha da büyük sürprizi, Cavidan anlattı, oralara usta – tesisatçı vs. gitmediği için, evin inşaatını ve içini de bilfiil kendisi yapmış!
Biz buraya 12 yıl önce ev yaptırırken burada in cin top oynuyordu ve elektrik direklerini dahi ben diktirdim ve zamanında ciddi bir para ödemek durumunda kaldım. Sonradan ev yaptıranlar da bundan yararlandı ve onlar da ev yaptırdıktan sonra aynı direklerden evlerine elektrik çektirdiler, dedi, hiç bir ev ve bina olmayan, etraf kurak, kıraç, yamaç ve tepelerle çevrili olan yoldan köye doğru arabayla yol alırken…
Böylece, Münir Bey de sadece kendi evine değil, o civarda daha önce elektriği olmayan evlere ve sonradan ev yaptıranlara da fiili anlamda IŞIĞIn ulaşmasına bir IŞIK olarak, bire bir destek vermiş ve mali sorumluluğunu da taşımış.
Kahvaltıdan sonra bahçede elma topladık, dalından koparıp elma yedik… fotoğraflar çektik, çekindik…
Münir Bey’in dallardan tek tek kendi eliyle koparttığı ve İstanbul’a götürmek üzere bir torba içi dolu elmayı da, Samiye Hanım, elimde uçağa taşıyabileceğim nitelikte zarifçe verdi elime…
Yerelce‘nin ve Nusret Özgül‘ün güzelliklere vesile olan, sunan ve çoğaltan “Kelebek Etkisi” daha bitmedi!
* * *
En başta sabahleyin tarihi Harput Kalesi‘ne T.C. Fırat Üniversitesi‘nin organizasyonuyla gitmek, üniversitenin kampüsünde Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Halil Hasar Bey ile üniversitenin Kovancılar Meslek Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Fatih Özek Bey ve Spor Bilimleri’nden Doç. Dr. Sebahattin Devecioğlu Bey‘in eşliğinde öğleden sonrasında bir görüşme ve takiben akşam üzeri Gazi Caddesi ve Elazığ’ın Kapalı Çarşı’sına Arş. Gör. Sema Oruç‘un koordinasyonunda ve Edebiyat Kulübü‘nden öğrencilerin eşliğinde kısa bir ziyaret ve aynı akşam, Spor Bölümü öğrencilerine bir sunum da olmak üzere, kısaca Çarşamba günkü program çok yoğundu…
Aynı nedenle, Çarşamba günü Keban Barajı’na gidememiştik…
O nedenle, Keban Barajı, eğer havaalanına yakın ise orayı da giderken görebilir miyiz, diye sordum!
Sağolsun, Münir Bey, Samiye Hanım ve Cavidan, tabii ki dediler…
Hep birlikte, Nekerek Köyü’ndeki evlerinden (Bağlarca) yola çıktık ve Keban Barajı’nın mesire kısmına gittik… Yine bol bol fotoğraflar çektik.
Orada, köprünün başında ve Fırat’a bakan bir restorant da öğle yemeğinde, hep birlikte alabalık yedik…
Birden zamanın nasıl hızlıca geçmiş olduğunu, farketmemiş olduğumuzu farkettik…
Zira en geç 16:00 gibi havaalanının yolunu tutmayı planlarken, birden saatin 16:40 olduğunu görünce hep birlikte hızlıca toparlanarak ve adeta koşarak arabaya bindik ve havaalanının yolunu tuttuk.
Ne kadar sürer, dedim!
17:20’de Elazığ Havalimanı’nda oluruz, dedi, Münir Bey…
Ve gerçekten de tam tamına 17:20’de Elazığ havalanındaydık.
Allahtan uluslararası bir uçuş değildi ve “check in“de sadece bir kaç kişi vardı ve uçağın kalkmasına da 20 dakika kalmış olmasına rağmen, Münir Bey’in titizliği ve zamanlamayı doğru tutturmasıyla yetiştim, uçağıma…
* * *
Gerek kahvaltı yaparken gerek arabada, gerek fotoğraflar çekerken, gerek öğle yemeğimizi yerken, ortak dostumuz ve bu buluşmanın kaynağı olan Nusret Bey’in de gün boyunca bol bol kulaklarını çınlattık…
Özellikle Münir Bey, evlerinden yola çıkmadan önce Nusret Bey’den gelen bir mesajı bilgisayar üzerinden okurken, dördümüz birlikte kahkahalarla güldük, onun her zaman ki biraz muzip, hicivli ve hepimizi kucaklayan-birleştiren üslubuyla…
O an dedim ki, keşke şu anımızı vidyoya kaydedip Nusret’e de gönderebilsek!
Akabinde, bu işte Nusret’in hepimiz üzerindeki “Kelebek Etkisi“, dedim!
Bunu biraz daha açıklamaya çalıştım!
Expo2017Astana’da, “Geleceğin Enerjisi” (Future Energy | Yenilebilir Enerji) temasında Malezya’nın Expo2017’de seçmiş olduğu ana tema ve slogan’ın da #BenimKelebekEtkim (#MyButterflyEffect) olduğunu ve Malezya’nın milli sembolünün de Kelebek olduğunu; kelebeğin onların kültüründe olumlunun, pozitif olmanın, iyiliğin ve küçük kanat çırpmaları dahi olsa her birimizin, günlük yaşamda yenilebilir enerjiden, ekolojik dengenin korunması ve yapabileceğimiz her bir minik iyilik ve doğru karar ve uygulamaların da; yeryüzünün genelinde veya bir başka köşesinde, olumlu büyük değişimlere – iyileşmelere neden olabileceği tezini işlemiş olduğunu, anlattım!
Ve yol boyunca ve daha 23/24 Ekim’e kadar hiç programda ve gündemde olmayan bu sıra dışı ve harika tanışma ve paylaşılmış olan güzel zamanların hepsinin merkezinde sevgili ortak dostumuz Nusret Özgül ve Yerelce‘nin bir “Kelebek Etkisi” sonucu olduğunu ise sık sık esprilerle gün boyunca yineledik…
Ve Yerelce‘nin bu çerçeve de beş‘e çıkmış olan kalem silahşörlerinin Türkiye noktası olan Münir Kebir Bey ile, Nusret Bey aramıza katılamamış olsa da ben, Yerelce koordinatlarını, Zafer Bey ile Şangay’da olduğu gibi birbirine, bir kez daha sanallığı gerçekliğe dönüştürerek, bağlamış olduk!
Bu vesileyle, Yerelce’nin kurucusu ve yayıncısı olan Nusret Özgül’ü, Brüksel’den yerinden kıpırdatmanın zor olacağını yıllar içinde anlamış biri olarak, onun dışındaki dörtlü ekibe bir önerim var:
Hadi, bu Kelebek Etkisi‘nin artan etkisini ve olumlu dönüşümlerini, gelin Brüksel’e ortak bir çıkartma ile yakın bir gelecekte taçlandıralım!
Ve bizim bu beşli çekirdek gruba da, “BİZİM KELEBEK ETKİMİZ” adını vermeye ne dersiniz?
– . –
* KELEBEK ETKİSİ NEDİR?
Kelebek Etkisi olarak adlandırılan olayı, Edward Lorenz 1963′ te hava durumuyla ilgili bir hesaplama yaparken buldu. Bu hesaplamada ilk olarak 0,506127 sayısını olayın başlangıç sayısı olarak ele aldı. 2. hesaplamada ise 0,506 sayısını başlangıç kabul etti. Yani iki sayı arasında binde bir oranında bir farklılık vardı. Yani bu oran, bir kelebeğin kanat çırpmasının oluşturduğu rüzgarla aynı olasılığı ifade ediyor. Ancak bu farka rağmen; süreç gerçekleşirken 2. hesaplamada kullanılan değer, sonuca ulaşıldığında çok farklı bir duruma neden oluyor. Yani sayılar birbirine çok yakın olmasına rağmen sonuçlarda farklılık oluyor.
Linear ( doğrusal ) sistemlerde, girdilerde bulunan çok ufak bir fark çıktılarda çok büyük farklara sebep olabiliyor. Yani bu durum, dünyanın bir ucundaki kelebeğin kanat çırpışının yarattığı rüzgarın, dünyanın başka bir bölgesinde kasırga oluşturması anlamına geliyor. Lorenz ortaya koymaya çalıştığı hava durumu tahmininde, bu etkiyi fark ediyor ve bu tahminde çok farklı değişkenlerin olduğunu ve çok karmaşık bir hal aldığını gözlüyor. Kısaca çok küçük olasılıklar bile çok farklı bir tahmine götürebiliyor. Bu yüzden ancak kısa vadeli hava durumu tahminleri yapılabilir teorisine varıyor. Bu durumu da genelliyor ve doğrusal sistemlerin gelecek tahminlerini sınırlandırıyor.
Kaynak: http://www.bilgiustam.com/kelebek-etkisi-nedir/
Bu yazı, Yerelce ve Ülkece’ye ithaf ve yayın amaçlı yazılmıştır.
Fotoğraflar ve içindekiler:
Münir Kebir, Bircan Ünver, Cavidan Kebir, Samiye Kebir
Fırat Üniversitesi Edebiyat Öğrenci Topluluğu sunumuna kaynaklık eden kitaplar hakkında:
IŞIK YOLLARINDA ~ İçindeki ışığı arayan tüm yeryüzü dostlarına…
Şiir, Şiirsel Günce ve Deneme
Sanat üzerine soruşturma, söyleşi ve denemeler…
SANATIN LABİRENTLERİNDE…