Yazan: Dr. Ferruh DEMİRMEN
[25 Eylül 2020] Haziran ayı ortalarında Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı’nda Ermeni sorununa ilişik bir toplantı yapıldı. Yaklaşık 5 saat süren toplantıda ne gibi kararlar alındığına dek bir açıklama olmadı. Bu haberden sonra hükümetin Ermeni sorununda ne gibi bir adımlar atacağı bilinmiyor; ancak vakit geçirmeden yapılacak çok şey var.
Ermeni sorununda seferberlik zamanı*
Durumun ciddiyeti
Ermeni sorununda herşeyden önce durumun ciddiyetinin altını çizmek gerekir. Hükümetin bu noktada bugüne değin çok pasif kaldığı ve dolayısıyla asılsız sözde Ermeni soykırımı suçlamalarının çok büyük bir boyuta ulaştığı bir gerçek. Günümüzde 32 ülke sözde Ermeni soykırımını şu veya bu şekilde tanıdı; tanımaların büyük çoğunluğu AKP döneminde oldu. 1960’lardan bu yana yabancı meclis, yönetim, eyalet, şehir kararları da hesaba katılırsa “soykırım”ı tanıma sayısı dünya çapında yaklaşık 200. ABD’de 49 eyaletin aldığı kararlar bu rakama dahil.[1]
Bu bilanço Türk ulusu ve Türk geçmişinin haksız olarak yabancı kamuoyu nezdinde çok iğrenç bir suçla lekelendiğine işaret ediyor. Türk ulusu ve Türklük bir kuşatma altında.
Dahası, “soykırım”ın tanınması hususundaki “başarısını” daha da ileriye götürmeyi amaçlayan Ermeni tarafı, ek olarak Sevr Antlaşması çerçevesinde tazminat ve toprak istemlerini dayatmaya çalışmaktadır.
Tazminat talepleri
2019 yılı sonlarında ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nda alınan “soykırım” kararları ve onu izleyen gelişmeler Türkiye için büyük mȃli külfet riski taşımaktadır.[2][3][4][5] Kongre’de alınan kararlar her ne kadar Başkan Trump tarafından imzalanmamış ve yasal bir mevzuat doğmadıysa da, önümüzdeki Kasım ayı seçimlerinden sonra durumun nasıl gelişeceği belirsiz. Demokrat partinin başkan adayı Joe Biden Kongre kararlarından sonra başkan olursa “soykırım”ı tanıyacağını açıkça dile getirdi.[6] Böyle bir gelişme Ermeni lobisini ABD federal mahkemelerinde Türkiye aleyhine bireysel ya da toplu tazminat davaları açmaya, gerekirse ABD Yüksek Mahkemesi’ne başvurmaya cesaretlendirecektir.
2010 yılında birtakım Ermeni kökenli ABD vatandaşı Ziraat Bankası, Merkez Bankası ve genellikle Türkiye aleyhine California federal mahkemesinde 2 dava açtılar; birinci grup 65 milyon dolar, ikinci grup rakamı belirtilmeyen, ancak milyarca doları tutabilecek tazminat isteminde bulundular.[7] Her ne kadar mahkeme 2013’de aldığı bir kararla bu istekleri geri çevirdiyse de, ABD Başkanı’nın “soykırım”ı tanımasından sonra durum değişebilir. Mahkeme, red kararını soykırım savının Yürütme’nin siyasi takdiri altında olduğu argümanına bağladı.[8] Davacılar kararı temyize taşıdılar; temyiz mahkemesi Ağustos 2019’da aldığı bir kararla alt mahkemenin kararını onayladı; gerekçe olarak zaman aşımını belirtti.[9][10][11]
Ancak zaman aşımı gerekçesi Holokost’da (Yahudi Soykırımı) olduğu gibi soykırım suçlamalarında geçerli olmayabilir. Bu demek oluyor ki, 1915 olayları ABD hükümeti tarafından “soykırım” olarak kabul edilirse zaman aşımı gerekçesi geçersiz olabilir. ABD Yüksek Mahkemesi Mayıs ayında aldığı bir kararla tazminat taleplerinin geriye işleyebileceğine hüküm verdi.[12]
İlginçtir ki, Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile ABD arasında yapılan görüşmelerden sonra Türkiye’nin Osmanlı dönemine ilişik ABD vatandaşlarına olan borç sorumluluğu 1937’de nihai çözüme bağlanmıştı.[13] Türkiye o tarihte yaklaşık 900 bin dolar (bugünün parasıyla yaklaşık 16 milyon dolar) ödedi. Bu husus her nedense adı geçen davalarda gündeme gelmedi. Anlaşılan, Türk tarafını savunan Amerikalı avukatlara Türk hükümeti tarafından bu noktada bilgi verilmedi.
Sevr’i hortlatma çabaları
Son ABD “soykırım” kararlarınından sonra sıkça gündeme gelen başka bir konu, Sevr Antlaşması’nı hortlatma çabaları. Bu çabalar hem Ermeni hükümetinden ve hem de Ermeni sivil kesiminden geliyor. 10 Ağustos’da, Sevr Antlaşması’nın 100. yılında, Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkissian ve Başbakan Nikol Pashinyan Sevr’in hȃlȃ hüküm sürdüğünü savladılar. [14][15] Aynı görüş, Ermeni yanlı yazar ve sivil örgütlerince dile getiriliyor.[16][17][18] Lozan’ı görmezden gelen bu özlemin ardında açıkça “Batı Ermenistan” toprak hayalleri var. İddialarda “Wilson Ermenistanı”na atıf yapılıyor.
Ancak Sevr’e yönelik girişimler aynı zamanda tazminat istemlerini da kapsıyor. Örneğin, 2020 Ağustosu’nda Ermeni Gençlik Federasyonu’nun (EYF) yayınladığı bir bildiride Sevr Antlaşması’na atıf yapılarak tazminat isteminde bulunuldu.[19] HDP Gençlik Meclisi ve diğer ülkelerdeki bazı gençlik örgütleri bu bildiriye imza attı.[20] Böylece tazminat istemlerine dayanak olan “soykırım” argümanına Sevr argümanı ekleniyor.
Genç beyinlere baskı
2016’da Almanya Federal Parlamentosu ve 2019’da ABD Kongresi’nde alınan “soykırım” kararları 1915 olaylarının orta eğitim okul müfredatına soykırım olarak dahil edilmesini öngörüyor. Günümüzde Almanya’da bu noktada 2 eyalette, ABD’de 15 eyalette uygulama veya plan var. [21] “Soykırım” önümüzdeki yıl olası Biden Yönetimi’nce kabul edilirse ABD’de bu yöndeki girişimlerin ivme kazanacağı kesin. Öteki ülkelerde de benzer gelişmeler beklenir.
Ayrıca geçtiğimiz Mayıs’ta ABD Kongresi’nde onaylanan ve Başkan Trump tarafından imzalanarak yasalaşan yeni bir mevzuata göre okullarda Holokost’a ilişik eğitimlere federal hükümetin parasal yardım yapması öngörülüyor.[22] Yasa her ne kadar Holokost ile ilgili ise de, yasanın metninde “soykırım” sözcüğü de geçiyor. Ermeni lobisinin bu yasadan yararlanmak isteyeceği şüphesiz.[23]
Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak yabancı ülkelerde orta eğitim çağındaki Türk ve Türk kökenli genç öğrenciler psikolojik baskı altına girecek, ve hatta bunalım geçirecektir. Bu tür örneklerin olduğu biliniyor. Irkçılığı ve genç beyinlerde aşağılık duygularını kamçılayabilecek bu türk baskılar kabul edilemez.
Karşılık görmeyen girişimler
Ermeni sorununda bugüne değin Türkiye hükümetinin ana çözüm arayışı, tarihçilerden oluşan uluslararası bir komisyonun taplanmasına çağrı yapmak olmuştur. Bu çözüm yolunun zamanı geçmiştir. Yaklaşık 200 “soykırım” kararı aldırmayı başarmış Ermenistan ve Ermeni lobisi, böyle bir çözüm yoluna niye sıcak baksın? Her yıl 24 Nisan’da Sn. Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye Ermeni topluluğuna gönderilen taziye mesajları da beklenen semereyi vermemiş, ne Ermenistan ve ne de Ermeni lobisinin tavırlarında bir yumuşama olmamıştır.
Aynı şekilde, bütün masrafları Türkiye hükümetince karşılanmak üzere Van Gölü’ndeki Akdamar Klisesi’nin onarımını teşhir etmeyi amaçlayan bir serginin 5 Kasım 2019’da New York’da açılması da hiçbir yarar sağlamadı. Sergide 88 fotoğraf teşhir edildi; bir düzineden fazla Patrikhane dahil Türkiye Ermeni ileri gelenleri ABD’ye getirelerek misafir edildi.[24] Ne ki, olayı alay edercesine lanse eden Ermeni haber sitesine göre ne ABD Ermeni klisesi ve ne de Ermeni sivil toplumundan tek bir temsilci sergiye katılmadı. “Jest” denilebilecek bu girişim, yaklaşık bir ay sonra ABD Senatosu’nda yapılan “soykırım” oylamasında da tek bir oyu etkilemedi.
Atılabilecek adımlar
Bugünkü aşamada Ermeni sorununda yapılması gereken, bu sorunu bir devlet politikası olarak benimsemek ve “soykırım” suçlamalarına bir seferberlik anlayışıyla karşı koymaktır. Pasif, reaktif davranışlardan proaktif girişimlere geçilmeli, ve organize bir yaklaşımla Türk tezi çeşitli yollar ile dünya kamuoyuna anlatılmalı.
1915 olaylarının 1948 Birleşmiş Soykırım Sözleşmesi uyarınca bir soykırım olmayıp toplumlararası bir kırılma olduğu, savaş koşullarının her iki tarafa da büyük zayiat verdiği, tehcir nedeniyle iddia edilen 1,5 milyon Ermeni kaybının mantık dışı, insafsız bir yalan olduğu, ve bunun yanı sıra sadece Anadolu’da yaklaşık 520 bin sivil Müslüman halkının Ermeni milisleri tarafından katledildiği, bu hususun Batı kaynaklarında söz edilmediği, ve uluslararası hukukun Türk tezinin tarafında olduğu, bütün çıplaklığı ile dünya kamuoyuna yansıtılmalıdır.
Böyle bir “seferberlik” için bürokrasiden uzak, sivil yapıda, yarı-özerk, ancak bütçe dahil devletten tüm destek gören ve personelinde devamlılık olabilecek bir merkezi kuruluşun (Ermeni Sorunu Merkezi = ESME) oluşturulması ve faaliyetlerin tek bu merkezden yürütülmesi önem taşımaktadır. Bu merkezin faaliyetleri sadece Ermeni sorununa odaklanmalı. Girişimler ana hatları ile şunlar olabilir:
- 1915 olaylarının ve geçmişinin orta ve lise eğitim programına sokulması. (Türk halkı Ermeni sorununda genellikle bilgi yoksunu).
- Ermeni sorununda akademik çalışmaların teşviki, bu konuda konferanslar düzenlenmesi, uzman kişilerin yurtdışı toplantılarına katılımının desteklenmesi, Türk öğrencilerine bu bağlamda burs sağlanması.
- Türk akademisyenleri tarafından Ermeni sorunu konusunda yazılan kitap, yazı, vb.lerin yabancı akademik dergilerde yayınlanmasının teşviki.
- Türk tezini dünya kamuoyuna yansıtmayı amaçlayan, başta İngilizce olmak üzere yabancı dilde yayım yapan internet bilgi ve haber websitelerinin oluşturulması. (Günümüzde İngilizce yayım yapan en az 7-8 Ermeni haber websitesi var).
- Gn. Kurmay ATESE arşivi dahil, Ermeni sorununa ilişik devlet arşivlerinin internet ortamında araştırmacılara ve kamuoyuna açık olması.
- Ermeni sorununa ilişik Türkçe ve İngilizce belgesellerin yapımı ve Türk ve yabancı kamuoyuna gösterilmesi.
- AB ülkeleri ve ABD başta olmak üzere, Konsolos ya da Başkonsolos olarak atanacak kimselerin bu atamalardan önce Ermeni sorunu konusunda özel kurs görmesi.
- Bu konsoloslukların bulunduğu yörelerde yaşayan Türk ve Türk asıllı kimseler ve sivil toplum kuruluşları (STK) ile Ermeni sorununa ilişik işbirliği kurması, onları bu konuda örgütlenmeye ve etkinlikte bulunmaya teşvik etmesi, gereğince özel konferanslar düzenlemesi.
- Ermeni sorununda seçkin, birikimli TBMM mensuplarının arada bir ABD gibi önemli ülke parlamenterleri ile temasta bulunması.
- İsrail’e dönük dış siyasetin daha dostane bir düzeye getirilmesi. (Şimdiki durumun tersine, ABD’deki Yahudi lobisi Ermeni sorununda daha önceleri Türkiye’yi destekliyordu).
- 1973’den bu yana Ermeni terörüne kurban olan Türk diplomatları ve ailelerini saygıyla anan bir anıtın Ankara’da uygun bir yerde dikilmesi.
- Yargı yönteminin ciddi bir seçenek olarak değerlendirilmesi.
Yukarıda belirtilenler genellikle uzun vadede sonuç verebilecek atılımlar. Kısa vade için yargı yöntemi ön plana alınmalı.
Yargı yöntemi
Yargı yöntemi bireysel, toplumsal (STK’lar), ya da devlet kapsamında ele alınabilir. Bireysel ve toplumsal girişimler, “soykırım” suçlamalarının haksız ve kasıtlı bir karalama olduğu gerekçesiyle yabancı ülkelerde açılacak davalar olarak mülȃhaza edilebilir. Devlet kapsamında yapılacak girişimler, “soykırım” kararlarının hukuksal olarak kabul edilemez, gerçek dışı algılamalar olduğu esasına dayanmalı. Yabancı parlamentolar, yönetimler, vb. tarafından alınmış “soykırım” kararları tümüyle siyasi nitelikte olup hukuksal açıdan geçersizdir. Ancak bu kararların baskı, tehdit, vb. yol ile geriye çekilmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil.
Devlet kapsamında yapılması gereken, Ermeni sorununun esas itibarı ile Türkiye ile Ermenistan arasında bir anlaşmazlık olduğu yaklaşımıyla konunun Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşınması. Soykırım Sözleşmesi’nde (Madde 9) böyle bir yol öngörülüyor. Ancak UAD’da ele alınan bir davada taraf ülkelerin önceden bu davaya rıza göstermesi gerekiyor. Türkiye böyle bir davanın UAD’da ele alınması için Ermenistan’a çağrıda bulunmalı.
Ermenistan, güveni olmadığı için büyük bir olasılıkla böyle bir çağrıya sıcak bakmayacaktır; bu durum Türkiye için dünya kamuoyu nezdinde büyük bir kazanım olacaktır. Ermenistan çağrıyı kabul eder ve sorun davaya dönüşürse – ki küçük bir olasılık – tarih Türkiye’nin tarafındadır.
Bir seçenek, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler aracılığı ile 1915 olaylarına “soykırım” sıfatının yapıştırılmasının hukuk açısından doğru bir yaklaşım olup olmadığı hususunda UAD’dan görüş talep etmesi. Bu durumda Ermenistan’ın rıza göstermesine gerek yok.
Sonuç
Ermeni sorununda günümüzdeki konjüktür ağırlıklı olarak Türkiye’nin aleyhinde. Ermeni kaynaklarından öğrendiğimize göre Türk hükümeti lobicilik maksadıyla ABD’de milyonlarca dolar para harcıyor; ancak bilindiği kadar lobicilik Ermeni sorunuyla doğrudan ilgili değil. [25] Yapılması gereken, bu alanda lobiciğe önem vermekle beraber bir seferberlik yaklaşımıyla hükümetin kendine özgün, proaktif, yeni bir politika geliştirmesi. Uzun vadede atılabilecek adımlar olduğu gibi kısa vadede yargı yöntemi ön planda ele alınmalı.
Yargı yönteminde Türkiye yıllarca çekingen davrandı; bu çekingenliğin Türkiye’ye herhangi bir çıkar sağladığı söylenemez. Sorun müzminleşmiştir.
Altını çizmek gerekir ki, 1915-1916 Osmanlı divan-ı harp yargılamaları dahil tarihi gerçekler, tehcir sürecinde Ermeni mültecilerin yaşadığı zülum ve kırılmalarda hükümetçe kötü bir niyetin veya kastın (“özel kasıt”) olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. İngilizlerin yürüttüğü 1919-1921 Malta Yargılaması da aynı sonuca işaret etmektedir. Bu bakımdan zülum ve kırılmaların “soykırım” olarak lanse edilmesi Soykırım Sözleşmesi’ne ters düşmektedir. İlȃveten, Sözleşme’nin 6. maddesinin açıkça şart koştuğu, “soykırım”ı tescil eden tek bir geçerli yargı kararı yok.
2003 Avrupa Adalet Divanı hükmü, 2013/2015 AİHM İsviçre-Perinçek, ve 2016 Fransa Anayasa Konseyi kararları da “soykırım” konusunda Türk tezini desteklemedir. 1915 olayları ile Holokost arasında bir benzerlik kurulamaz. İngiliz hükümetlerinin 1915 olaylarını soykırım olarak tanımayı reddetmesi de kayda değerdir.
Ermeni tarafının zora gelince gündeme getirdiği 1919-1920 Osmanlı divan-ı harp yargı kararları işgȃl altında hüküm veren ve hukuk kurallarını açıkça çiğneyen, “kanguru mahkemesi” kararlarından öteye gitmeyen kararlardır.[26]
Ermenistan, soykırım iddiasını kanıtlamada güveni olmaması nedeniyle bugüne dek yargı yoluna gitmekten çekinmiş, onun yerine etnik lobisini de yanına alarak propaganda yöntemini yeğlemiş, ve bu noktada çok başarılı olmuştur. Ermenilerin kendi arşivleri de dışarıya açık değildir. Bilindiği kadar Ermenistan para karşılığında lobicilik yapan yabancı şirketleri istihdam etmemektedir. Gücünü kendi faaliyetlerinden ve Ermeni diyasporasından almaktadır. Diyasporanın büyük parasal güce sahip olduğu ve lobicilikte çok sistemli çalıştığı bilinen bir gerçek.
En son olarak altını çizmek gerekir ki, Ermeni sorununda günümüzdeki olumsuz konjüktürün sorumlusu yalnız hükümet değildir. Yurt dışında yaşayan Türk topluluğunun da bu noktada büyük sorumluluğu olmuştur. Ermeni diyasporasının aksine Türk diyasporası bu güne dek bu noktada genellikle pasif, hatta duyarsız kalmıştır. Büyük bir özveri ile gayret gösteren yurtseverlerin sayısı çok az. Bu pasifliğin başlıca nedeni, Ermeni sorununun Türkiye’de eğitim programının dışında olmasından kaynaklanan bilgi ve motivasyon yoksunluğu olmalı.
_ . _
[*] Açıklama: Yukarıdaki yazı Cumhuriyet gazetesinin internet nüshasında 17 Eylül 2020’de yayınlanan ve bağlantısı https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/seferberlik-zamani-dr-ferruh-demirmen-1766545 olan yazının, seçkin referansları içeren, az revize edilmiş şeklidir.
Seçkin referanslar:
[1] Armenian Genocide recognition.
[2] Armenian Genocide reparations.
[3] Reparations Expert Calls for Passage Armenian Genocide Resolution in Capitol Hill Speech.
[4] H.Res.296 – Affirming the United States record on the Armenian Genocide.
[6] Biden vows to recognize Armenian genocide if elected president.
[7] Armenians Seek Billions of Dollars in Lawsuit Against Turkey.
[8] 9th Circuit Hears Genocide Land Grab Case.
[9] United States Court of Appeals for the Ninth Circuit.
[11] U.S. Appeals Court Makes a Wrong Decision on Armenian Demands.
[15] The Treaty of Sèvres continues to exist as a historical fact – Armenian PM.
[16] Sèvres Treaty Supersedes Any Other, Especially Lausanne.
[17] Summary of Events Leading Up to the Establishment of Wilsonian Armenia.
[18] 100 Years Later, Panel Discusses “Treaty of Sèvres: Unfinished Business.”
[20] Sevr dayanaklı tazminat talebi.
[21] Genocide Education Program.
[22] H.R.943 – Never Again Education Act.
[23] ANCA Backs Expansion of Federal Funding Programs to Include Armenian Genocide Education Grants.
[24] Armenians Fly from Istanbul to New York To Participate in Turkish Propaganda.
[25] Turkish Government Wastes $1.5 Million By Paying US Firm for Useless Lobbying.
[26] The Turkish Court Martials of 1919-22: Guenther Lewy, “The Armenian Massacres in Ottoman Turkey, A Disputed Genocide,” University of Utah Press, 2005, sayfa 73-82.