TAKSİM-İSTİKLÂL CADDESI
Gezi Notları: Dr. Murat ÇAKAN
27 Kasım 2022 günü, çoğunluğunu Işık Binyılı Derneği üyelerinin oluşturduğu katılımcılarla birlikte Taksim-İstiklal Caddesi gezisi yaptık. Gezi güneşli fakat soğuk bir Pazar günü Taksim Anıtı’nda saat 11:30’da başladı.
Dr. Murat ÇAKAN ile IşıkBinyılı.Org Mini-Dış Mekanlar Kültür Gezisi – 3
[IşıkBinyılı.Org] Taksim ismini I. Mahmut döneminde yapılan ve bölgenin su ihtiyacını karşılayan su makseminden almakta. O dönemde Bahçeköy’den; Taksim’e 25 km uzaktan toplanan su önce Divan Oteli’nin yanında bulunan dengeleme bacasına gelir ve bu noktada bulunan 20 kadar havuzda dinlenip oksijen kazandıktan sonra günde 2000 metreküp debiyle civardaki semtlere dağılırdı.
Anıtın kabaca kuzeyine doğru baktığımızda ise Gezi Parkı görülüyordu. Şimdilerde bir park olsa da bundan yaklaşık 80 yıl kadar öncesine kadar bu parkın bulunduğu yerde kagir bir kışla yükselmekteydi:
Topçu Kışlası.
İlk olarak 1800’lerin ilk yıllarında kâgir olarak yapılan bir kışla askerlere olduğu kadar Rum hacılara ve ip cambazlarına da hizmet ediyordu. Yangınlar, II. Mahmut’un askeriyeyi yenileme gayreti derken kışla Abdülmecid döneminde taştan yeniden yapıldı. Ancak bu sefer de 31 Mart Vak’ası’nda oynadığı rolden ötürü unutulmaya bırakıldı ve köhneleşti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Futbol Takımımız ilk resmi maçını Romanya’yla bu kışlanın iç avlusunda oynadı. 1940’ta ise o dönemin İstanbul Belediye Başkanı Lütfü Kırdar Fransız şehir planlamacısı Hanri Prost’un önerisini dikkate aldı ve kışlayı yıktırdı. Gezi olayları başlangıçta Hükümetin Topçu Kışlası’nı yeniden inşa ettirme ısrarının sonucunda gösterilen tepkinin eseriydi.
Bütün bunları konuşurken bulunduğumuz nokta Taksim Anıtı’nın altıydı. İstiklal Caddesi’ne doğru ilerlemeden önce bu kez de Anıtı tanıdık. Taksim Anıtı 1928 yılında İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica tarafından yapıldı. 84 ton ağırlığındaki anıtın dış düzenlemesini ise İstanbul doğumlu levanten mimar Giulio Mongeri gerçekleştirdi. Cumhuriyet rejimi Canonica’nın parasını 6 taksitte ödeyecekti ancak çoğunluğu gayrimüslim bağışçılardan toplanan para yetmeyince 6. Taksit heykeltıraşa ödenemedi. Bunun üzerine anıtın havuzlarına su bağlamasından vazgeçildi.
Anıtın kuzey yüzünde Atatürk çevresinde askerlerle görülür. Bu plan Milli Mücadele’ye atıfta bulunur. Anıtın güney yüzünde ise yeni Ulus simgelenir. Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Sovyet generaller Voroşilov ve Frunze bu cepheyi kaplar. Anıtın Doğu ve Batı yönlerinde ise sırasıyla peçeli ve peçesiz birer kadın baş-rölyefi bulunmaktadır. Temsil ettiklerini anlamak zor değil.
Yeni Sovyet rejimi Milli Mücadele’yi ciddi biçimde destekledi. Cumhuriyetin ilanından önce Mustafa Kemal’in Lenin’le mektuplaşmalarını heyetlerin birbirini ziyaretleri izledi ve 1920 Mart’ında Sovyetler, Kuvayı Milliye kuvvetlerine 1 Milyon altın, 60.000 kadar tüfek, her tüfek için 5 biner mermi ve çok sayıda top sevk ettiler. Anıtta yer verilen iki Sovyet general Sovyetlerin desteğine bir teşekkür nişanesidir.
Anıttan sonra İstiklal Caddesi’ne giriş yaptık. Hemen solumuzda meşhur bir fast-food zincirinin bulunduğu yerde 1870’lerde Café d’Europe adında bir kahvehane bulunmaktaydı. Sonraları bu kahve Eptalofos adıyla anılmaya başladı. Yunanca “yeditepe” demek olan bu kelime tahmin edilebileceği üzere Istanbul’un yedi tepesine atıfta bulunuyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında ismi Ulus’a değişen bu kahvede Sait Faik, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever, Tomis Uyar, Turgut Uyar, Attila İlhan ve daha nice edebiyatçı vakit geçirmişler. Denizkızı Eftelya, Yorgo Bacanos ve Sadi Işılay gibi müzisyenler fasıllar yapmışlar. Café d’Europe’tan önce mi yoksa sonra mı inşa edilmiştir bilmiyorum ama Eptalofos’un hemen arkasında aynı yıllarda bir Rum Ortodoks Kilisesi yükselir. Girişini sağ ve sol yanında dört katlı iki çan kulesine sahip olan Aya Triada yani Kutsal Teslis Kilisesi. Kilisenin araziisinde öncelerde bir Rum mezarlığı bulunmakta idi.
Caddenin karşı yakasında Fransız Konsolosluğu binası yani Galatasaraylı öğrencilerin diliyle “Konsüla” bulunmakta yaklaşık bir asırdan beri. Öte yandan buradaki yerleşke neredeyse 17. Yüzyıl sonundan beri bir veba hastanesi görevi görüyordu. Şimdilerde Konsüla’nın içinde Fransızca kursları, sergiler vb etkinlikler de düzenleniyor.
Caddede ilerlemeye devam ediyoruz grupça. Yine sağda gösterişli kapısı büyük avizeli bir pasaja açılan dokuz katlı görkemli bir yapı görüyoruz. Burası Rumeli Han ve yaptıranı Abdülhamid’in mabeyncibaşı Sarıca Ragıp Paşa. Ragıp Paşa akıllılık edip o dönemde emlak yatırımları yapıyormuş payitahtın dört bir yanında. Daha ileride de anlatılacak; İstiklal Caddesi’nde 3 büyük hanı var Ragıp Paşa’nın. Bunlardan sadece birisi önünde bulunduğumuz Rumeli Hanı. 1900 yılında işe edilmiş. Daha evvelinde arazisi üzerinde Bedros ve Kevork kardeşlerin odun deposu bulunuyormuş.
Yolun karşısında Mango mağazasının olduğu yerde çok değil 20 sene evveline kadar meşhur Vakko’nun olduğunu hatırlıyoruz. Vitali Hakko Sirkeci’de Şen Şapka’yı kurarak başladığı ticaret hayatını Vakko ile taçlandırmış. Şahsen Vakko vitrinlerinin değişmesini sabırsızlıkla beklerdim üniversite yıllarımda. Son derece zevkli vitrinler düzenlerdi Vakko.
Caddenin sol tarafına yanaşıyoruz.
Karşımıza Küçük ve Büyükparmakkapı sokakları çıkıyor. Bu iki sokak arasında kalan ada parselinde şimdilerde cephesi inşaat nedeniyle kapatılmış bir yapı var. Sarıca Ragıp Paşa’nın ikinci Hanı: Afrika Han. Biraz önce Rumeli Hanı görmüştük. Rumeli’den sonra Afrika geliyor ya bir şeylerden şüphelenmeliyiz. Ragıp Paşa bu isimleri boşuna seçmemiş; çünkü Cadde’nin daha ilerisinde bu kez karşımıza Anadolu Han da çıkacak. Tahmin ettiğiniz gibi Paşa Osmanlı’nın hüküm sürdüğü coğrafi bölgeleri han isimleri olarak kullanmış. Devrinde yapılan bir espri aşağı yukarı şöyle:
Osmanlı biraz daha yaşasaydı ve Ragıp Paşa’nın yatırımlarını takip etseydi Amerika Kıtası’nı da mülkü arasına katardı.
Paşa’nın Moda’da ve Üsküdar’da da emlakları varmış, sadece İstiklal Caddesi’nde değil. Bu arada Afrika Han’a geri dönelim; binayı Caffé Nero’nun sahipleri almış. Yakında Hyatt Otel olacakmış.
Hava biraz serin. Cadde her dakika kalabalıklaşıyor. Yürürken adı Yeşilçam’ı aklımıza düşüren sokak isimleri ile karşılaşmaya başlıyoruz. Bunlardan biri d e Sadri Alışık Sokak. Ben gayrı ihtiyari “Burada Lades var; menemeni çok iyidir” demek gafletinde bulunuyorum. Hemen herkes aç olmalı ki birden “o zaman yiyelim” kararı alıyor grup. 10 küsur kişi Lades’ten içeri giriyoruz ama yer yok. İşletmeci nezaket gösterip normalde Pazar günleri kapalı olan sokağın karşısındaki lokantalarına buyur ediyor bizi. Keyifle menemen ve omlet ısmarlıyoruz. Sıcacık çaylarla birlikte.
Bir saat kadar sonra gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. İstiklal Caddesi’nin sol yakasında Atlas Sineması’nın içinde bulunduğu Köçeoğlu Konağı bulunuyor. Köçeoğlu Abdülaziz döneminin önemli bankerlerinden biri. Abdülaziz’e henüz şehzadeliği döneminde maddi katkılarda bulunan bir isim.
Bir rivayete göre de Abdülaziz bu konağa gönül sızılarını dindirmeye de uğruyor ara sıra. Gruba 1980’in ilk yıllarında burada bulunan Ferhan Şensoy Tiyatrosu’nun Şahları da Vururlar oyununu hatırlatıyorum. 1000’in üzerinde temsil yapmıştı Şahları da Vururlar. Pasajın girişinde sanatçıların uğrak yeri olan Kulis Bar’ın yerini bambaşka bir işletme almış şimdilerde.
Yürümeye devam ediyoruz.
Yine sol yakada FLO yakkabı mağazasının bulunduğu bina ismi bu metinde çokça geçen Koca Ragıp Paşa’nın bir diğer emlak yatırımı: Anadolu Han. İnşa yılı 1890.
Caddenin karşısındaki sokaktan içeri girince birçoğumuzun anıları canlanıyor.
Üniversite yıllarımızda gittiğimiz İstanbul Film Festivali’ne ev sahipliği yapan Emek Sineması’nın yerinde yeller esiyor artık. Sinemanın ilk sahipleri İpek ailesi.
Selanikli bu aile Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sinema sektörüne damgasını vurmuş.
Örneğin Fitaş’ı kuran İpek ailesi.
Balolar için ve zaman zaman da buz pateni pisti olarak kiralanan bu binada önemli sinema yatırımları yapmışlar. Girişindeki melek figürleri yüzünden kurdukları ilk sinemaya Melek ismini vermişler. Bina sonraları Emekli Sandığı’na geçince ismi Emek olarak değiştirilmiş.
Yavaş yavaş Galatasaray’a yaklaşıyoruz.
Çiçek Pasajı’nın önce karşıdan seyrediyor, sonra içine dalıyoruz.
Günün o saatinde masalar henüz boş.
İki hafta önce gerçekleşen bombalı eylem sorası belli ki insanlar İstiklal’deki mekanları doldurmakta biraz çekingen davranıyor. Fotoğrafı duvarları süsleyen akordeon çalan Anahid hanım’ı çoğumuz hatırlıyoruz. Meyhanelerden birinin kapısında “sarhoş olunca eski sevgililere çekilen mesajlardan müessesemiz sorumlu değildir” ibaresi bizi güldürüyor. Yanlış mı? Değil!
Balıkpazarı kapısından çıkıyoruz ve hemen soldaki Avrupa Pasajı’na sapıyoruz.
Daracık bu pasajın üst katındaki nişlerde zarif bronz heykeller zamana direnmişler nasılsa.
Avrupa Pasajı’nın çıkışında sağ tarafımızda İngiliz Konsolosluğu olanca azameti ile beliriyor. Bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun Levant’taki karargâhı olan bina.
Sonra tekrar İstiklal Caddesi’ne çıkıyoruz ve köşeden hem soldaki Yapı Kredi binasını hem de soldaki Galatasaray Lisesi’nin kapısını görebildiğimiz bir yerde duruyoruz. Yapı Kredi binasının cam cephesinin ardında nefis bir heykel sessizce bize bakıyor sanki. Hemşehrim İlhan Koman’ın Akdeniz Heykeli’ni konuşuyoruz. Bildiğim kadarıyla İlhan Koman’ı ve ailesini anlatıyorum gruptakilere.
Galatasaray Lisesi ise bambaşka bir bahis tabii ki.
Dev kapısını armalar süslüyor.
Şimdilerde muhafazakar kesimin sürdüğü ticari araçlarda sıklıkla gördüğümüz Osmanlı armasının hikayesi ise eğlendirici. Arma geleneği yok Osmanlı’da. Kırım savaşı sonrasında müttefikler aralarında törenler düzenlerken nişan, dolayısıyla arma ihtiyacı baş gösteriyor. Kraliçe Viktoria bir arma tasarımcısını Osmanlı’ya arma üretmek üzere görevlendiriyor. Charles Young da bizim şimdilerde rast geldiğimiz armanın ilk halini yaratıyor. Sadaklı, oklu, toplu tüfekli bir arma bu ve Galatasaray Lisesi’nin kapısını süslüyor şimdilerde. Okulun kuruluşu Abdülaziz’in saltanatına denk gelmiş. Hariciye nazırı Fuad Paşa okulu Fransız okul sisteminden ilhamla tasarlıyor. Kuruluş 1868’de. İlk ismi Mektebi Sultani olan okulun ismi 1927’de Galatasaray Lisesi’ne çevriliyor. Ünlü müdürleri arasında Ali Suavi ve Tevfik Fikret de var. LGS sınavında en yüksek puan bu lisenin şimdilerde. Okulun kuruluşunun 100. Yılında De Gaulle okulu ziyaret etmiş.
Artık yolun sonuna gelmekteyiz. Tünele doğru yürüyoruz. Solda dev bir kilise var: St. Antuan. Mimarı İstanbul doğumlu levanten Giulio Mongeri. 1906-1912 arasında inşa ediliyor kilise.
Bir 200 metre ötede ise merdivenle inilen bir başka kilise dikkatini çekiyor gruptakilerin. Santa Mria Draperis kilisesi. Basık, biraz da iç karartıcı bir kilise bu.
Gezi kahvesiz bitmiyor tabii ki. Sağ yakadaki Halep Pasajı’nın içinde nefis kahve yapan bir çay ocağından bahsedince grup “oturalım” diyor. Bir yarım saat bu çay ocağında alçak sedirlere ilişiyoruz. Biraz yorgun ve üşümüş olmakla birlikte sanırım herkesin memnun olduğunu düşünüyorum.
Gezi Pera Palas civarında sonlanıyor. Bir başka gezide buluşmak dileğiyle ayrılıyoruz.
Dr. Murat ÇAKAN
Fotoğraflar: IşıkBinyılı.Org
www.isikbinyili.org | www.turkishlibrary.us