Ya da 1995’te Z-1 FİLM ATÖLYESİ’nin KURULUŞ DÖNEMİNDEN BUGÜNE UZANAN BİR KAÇ ÇAĞRIŞIM…
“Şimdi varsınız, az sonra olmayabilirsiniz…”, bu söz, 22 Mayıs 2019 günü yeryüzünden göç ederek edebiyete intikal etmiş olan Usta Yönetmen Yavuz Özkan’a ait… Bu cümleyi kullanmış olduğu dönem, aynı zamanda, insanlık tarihinin yüz karası olan en karanlık tarihsel dönemlerden birine daha sonra yazı icinde değineceğiz. – Bircan Ünver, 8-10 Ağustos, 2019, New York
• 1995: YAVUZ ÖZKAN SİNEMASINDA YENİ DÖNEM
YAVUZ ÖZKAN’IN ANISINA Yeniden Yayın…
• YAVUZ ÖZKAN BİYOGRAFİ VE FİLMOGRAFİSİ
Genel olarak, Yavuz Özkan Sineması, Türk ve Dünya Sineması’nın tek-elden veya neredeyse tamamen endüstrileşip küresel anlamda ve özellikle sinema en başta olmak üzere, bu denli batıdan–doğuya ve kuzeyden-güneye küresel boyutta ele geçirilmiş olması ve bu tanım çerçevesinde, neredeyse tümüyle işgalinden hemen önceki, son dönemlere rastlar, diyebiliriz…
Türkiye’den Amerika’ya ilk 1989 yılından uzun dönemli yurtdışına çıkana kadar, Yavuz Özkan’ın ismini Türkiye’deki bir çok sinemasever gibi “Maden“ filmiyle biliyordum. Bir de 1977 yılındaki “Sinema Emekçileri Yürüyüşü”nün düzenlenmesinde aldığı rol ve yarattığı etkiyi ise hayal-meyal hatırlıyordum…
Amerika’da (“Kalabildiği kadar/Duration of Stay” vizesiyle) yaklaşık dört-yıl kesintisiz yaşadıktan sonra 31 Mayıs 1993’te Türkiye’ye, —aklımca— kesin dönüş yapmıştım. İlk iki yıl büyük bir ümit ve inatla bir kaç TV projesi yazmış-sunmuş ve bunlardan 2 TV projesinin de pilot üretimini de gerçekleştirmiştim. Projeler beğenilmiş, ancak hayata geçirilmesi için de, sürekli çekim takvimine alınması ertelenir hale gelmişti ve aylar geçmekteydi…
Türkiye’ye döneli de aylar olmuş, bir projeden ötekine kovalamaca gitmekteydi… ve en çok da kısa dönemli projeler-işler… Sanırım 1994 yılının ilk ayları idi…
Birden anılar-çağrışımlar üşüştü kafama…
En en son görmüş olduğum ve en çok da “Piyano” (1993) filminden etkiyle bir sinema filminde çalışmak istiyordum…
Türkiye’ye döner dönmez ilk aradığım ve Divan Pastanesi’nde kendisiyle görüşmüş olduğum ve bir dönem de “Sanat Danışmanım” olan ve Sanat Olayı döneminden itibaren hem dostluğunu kazanmış hem de önerileriyle her zaman destek vermiş olan Attila İlhan, ilk görüşmemizde Biket (İlhan) “Sokaktaki Adam“ı çekecek. Onunla çalışmak ister misin?, diye sorunca, çok heyecanlandım. Tabii ki dedim. Teşekkür ettim. Biket İlhan’ın telefonunu verdi.
Biket ilhan ile görüştüğümüzde “Sokaktaki Adam” henüz senaryo çalışması aşamasındaydı. Sponsor araştırma ve temin süreci de devam etmekteydi… O dönem bir süre, Sokaktaki Adam’ın çekime alınacağı takvimi beklemeye başladım… ve o süreçte, Biket İlhan’ı da zaman zaman Cihangir’deki evinde ziyaret ediyor ve gelişmeleri birebir takip etmeye çalışıyordum…
Ancak neredeyse İstanbul’a döneli 8-9 ayı aşkın bir zaman geçmiş ve halen ne bir TV projesi ne de sinema filminde ise başlayabilmiştim!
İşte o süreçte, şu an hangi referans ve kim tarafından olduğunu da tam hatırlayamamakla birlikte (yine Attila İlhan’ın referans vermiş olabileceğini düşünüyorum), ve dönemin de en yüksek bütçeli dizisi olan ve aynı zamanda bir sinema filmi olarak da çekimine başlanacak olan Tunca Yönder’in yönetmiş olduğu, “Bir Aşk Uğruna” (1994) filminde kısa bir dönem çalışmıştım. Ancak Türkiye’de ilk kez bir sinema filminde çalışma tecrübemin sonu hüsran oldu. Çünkü (süreyi tam hatırlamamakla birlikte sanırım Mart-Haziran dönemiydi) gece-gündüz/haftasonu ayırt etmeksizin çalışmamızın sonucunda, ücretler ödenemez olmuş ve dizi-filmin çekimlerine belirsiz bir süre için ara verilmişti…
Bu ilk ve çok heyecanla İstanbul’da başlayan sinema serüvenim de orada yarım kaldı ve bir daha o sete de geri dönmedim! Özellikle de TV projelerinde de benzer hüsranı içeren tecrübelerin de etkisiyle, sonuçsuz uğraşlar yerine oturup, kendi sanat söyleşi ve yazılarımı derleyip-kitaplaştırmaya karar verdim. İlk kitabım “En Kutsalı Yaratmak” (1995) bu olumsuz etkiye bir karşı duruş olarak ortaya çıktı, bir bakıma.
Her ne kadar hayat nehrinin akışını Türkiye’ye döndürtmeye uğraşmış da olsam, belli ki hayatın benim için farklı bir planı vardı…
O süreçte İstanbul’da her bir “göle çalınan maya ve tutmayan yoğurt” hali ise Amerika’ya geri dönüşü içeren özel bir konuyu da sürekli gündemde tutmaktaydı…
Nihayetinde, New York’tan QPTV’den tanışıyor olduğumuz J.J.C., tüm o süreç boyunca ısrarlı bir şekilde “evlenerek” NY’a beni geri götürmekte çok kararlı davrandı.
Belki yazgı böyle birşey…
İstanbul’da nihayetinde Temmuz 1995’de evlendik.
Bu noktadan sonra, artık Türkiye’ye ilişkin projelerimden ve ideallerimden vazgeçerek, o zaman 14 yaşında olan oğlum ile yeniden ve bu kez Amerika’ya “yerleşmek” için geriye dönüş süreci başladı. Ancak, bu dönemde, “yeşil-kart/green-card”larda aşırı bir yığılma vardı. Belirsiz bir bekleme süresi de beraberinde geldi. Normalde 3 aylık bir süreç, 9 aya kadar uzadı!
İşte bu dönemde, sanırım Ağustos başıydı, 1984 yılı Gelişim Yayınları’nda birlikte çalışmış olduğumuz ve o yıldan itibaren iletişimiz ve dostluğumuz devam etmekte olan Elvan Arpacık’a, bir telefon konuşmamızda, o belirsiz bekleme sürecinin etkisiyle, hiçbir şey üzerinde yoğunlaşamadığdan söz ettim. Bekleme sürecinde kısa dönemli bir projede çalışmak istediğimden de… O da bana, “Yavuz Özkan’ın yeni filmi ‘Bir Kadının Anatomisi’nin Gala’sı yapılacak, bu dönem bir Basın Koordinatörü’ne ihtiyaçları varmış. Bir arkadaşım orada çalışıyor, dilersen seni önereyim,” dedi. Ben de heyecanla, “elbette, harika olur,” şeklinde yanıtlamıştım.
* * *
Bunun sonucu olarak, o zaman henüz yeni kurulmuş olan Z-1 Film Atölyesi‘nin (1995) Teşvikiye’deki bürosuna ilk görüşme için gitmiştim.
İlk defa usta yönetmen, senarist, sinema eğitmeni ve çağdaş bir düşünür ve aynı zamanda Z-1 Film Atölyesi’sinin Aycan Çetin ile birlikte kurucusu olan Yavuz Özkan ile de, aynı zamanda o iş görüşmesi nedeniyle yüzyüze tanışmıştık.
Ve en baştan “Amerika’ya oğlum ile gidiş için ‘yeşil-kart’ımızın gelmesini bekliyor olduğumuz ön bilgisiyle” anlaşmış ve işe başlamıştım.
O dönemden Yavuz Özkan’ı en çok sürekli düşünen, düşünürken kendi ofisinde ya da Z-1 Atölyesi‘nde volta atan, sık sık sigara içen, gülümsemesi-tebessümünde dahi sürekli yerleşik bir “düşünen insan” ifadesi yüzünden okunuyordu… Dingin ve sakin ses tonuyla, hiç emir kipi vs. olmadan, her sözünde, önerisinde veya isteğinde bir saygı, güven ile onun hemen yerine getirilmesi güdüsü veren doğal bir etki ve gücü vardı…
Ne bu süreçte ne de sonrasında, hiç bir zaman Yavuz Özkan’ın yüksek sesle konuştuğuna, bir şeye bağırıp-kızdığına ve hatta sinirlendiğine hiç tanık olmadım. Ne o dönem ne de Türkiye’ye gidişlerdeki devam eden dostluğa dayalı ziyaretlerim esnasında Aycan Çetin ve Yavuz Özkan ile sohbetlerimizde…
Z-1 Film Atölyesi, henüz Teşvikiye’de iken o dönemin aklımda çok net kalmış olan en heyecanlı ve de gergin an ve anılarından biri ise Yavuz Özkan’ın Saraybosna’ya bir belgesel çekimi için gitmiş olduğu dönemdi… Aycan ile birlikte vahşi savaşın devam etmekte olduğu bir ülkeye gidiyor olmasından ötürü Atölyede gergin ve endişeliydik… Yavuz Özkan kararlı ve her zamanki gibi sakindi… Belleğimi tazelemek için Internet üzerinden araştırdım… Figen Yanık imzalı ilişkin haberin başlığı (Cumhuriyet, 7 Eylül 1995, Perşembe, Kültür, Sayfa 14):
“Yavuz Özkan, Bosnalı kadın ve çocukları yansıtan “Saraybosnalı Kadınlar” belgeselini hazırladı . ‘Yaşam sadece bir gün…’ “
Bu haberde, Özkan’ın Bosna’ya gidiş gerekçesi ve savaşın sürmekte olduğu Saraybosna’ya ilişkin izlenimlerine yer veriliyor. Şöyle ki:
“Yaşam sadece bir gün, Şimdi varsınız, az sonra olmayabilirsiniz…”
diyor.
Haber de, Yavuz Özkan, Sırplar tarafından baskı, işkence ve tecavüze uğrayan Bosnalı kadın ve çocuklan yansıtan “Saraybosnalı Kadınlar” belgeseli için Saraybosna’da bulundukları süreyi böyle tanımlıyor..
O dönemi net hatırlayabilmek ve doğru bilgi-referansı verebilmek için yukarıdaki haberi bulup aradan 24 yıl sonra okuyunca, “Saraybosnalı Kadınlar” belgeseline ilişkin, belgeselin başlangıç aşamasında, 4 – 15 Eylül 1995 tarihleri arasında, Pekin, Çin’de gerçekleştirilmiş olan “Dünya Kadın Konferansı”na belgeselin yetiştirilmesi de konuşulmuş. Ancak Saraybosna’ya gidiş bir kaç kez ertelenmiş olduğu için, bu belgeselin konferansa yetiştirilmesi mümkün olamamış… (Cumhuriyet, 7 Eylül 1995 – Haberin yayınlandığı tarihte konferansın başlamış olduğuna dikkat çekiliyor.)
1995 yılına ait bu önemli haber, önümüzdeki yıl 2020’de Birleşmiş Milletler’de yoğun olarak Pekin-Kadın Konferansı’nın da 25. Yıldönümü‘ne hazırlanmakta olduğu bilgisiyle kafamda birleşti…
Maalesef “Bosnalı Kadınlara” ilişkin belgeseli izleme şansım hiç olmadı…
25 yıl sonrasında ve bugünün dünyasından izlemek ve o dönemi yeniden gün ışığına getirtmek de, özellikle Pekin-Kadın Konferansının 25. Yıldönümü çerçevesinde, Yavuz Özkan Anısını yaşatmaya sembolik bir katkı da olacaktır, kanısındayım.
Özkan’ı Eylül 1995’de Saraybosna’da sarsan izlenimlerini kendi ifadesinden dinlemeye devam edelim:
“Beni asıl sarsan şey, cephe gerisiydi. “Zivot je samo jedan dan- Yaşam sadece bir gün”… Şimdi varsınız az sonra olmayabilirsiniz. Yıllardır böyle bir psikoloji ile yaşamayı düşünebiliyor musunuz?
Ben insanı böylesine çarpan bir sessizlik görmedim. Kan gözyaşlarını kendi içine akıtıyor. Sessizce. İçini bile çekmiyor.
Bir kuş kanat çırpsa duyuyorsunuz. Ama her şey normal sanki. “Zivot je samo jedan dan”ın belgeselini yapmak isterdim. Uzun süre o sessizliğin, o bekleyişin belki de artık hiçbir şey beklemeyişin ve işin en korkuncu bu duygunun çocuklann da gözlerine yerleşmiş olduğunun belgeselini, bütün dünyaya tanıtmak isterdim.“
Kaynak: “CUMHURİYET 7 EYLÜL 1995 PERŞEMBE, Sayfa 14 KÜLTÜR”
Yaşamın her kesitine, dünyaya, insana, çocuklara, kadınlara, hele kadınların savaş ortamında maruz kaldığı insanlık dışı durumlara duyarlı olduğu kadar, bunu daha geniş bir zamanda çekememiş olmanın üzüntüsünü de dile getiriyor. Ve orada en çok da “cephe arkası”nda devam etmekte olan yaşamın sarsıcı etkisini, çekmek istediği kadar çekememiş olmanın kendisinde uyandırmış olduğu “eksikliği” de ifade ediyor.
Belki, Yavuz Özkan, kendisine en acımasız olan yönetmenlerden de biriydi, denebilir!
Bu Saraybosna’da “çekememiş olduğu – eksikliğini” hissetmiş olduğu cephe arkası durumla sınırlı da değil. Tüm filmlerini, “bu filmde ne kadar az eksik var”, diye değerlendiren ve kendi ölçeğinde, ‘eksiklikde bir öncekinde bir azalma tespit etmiş ise‘, ancak o zaman filmi ve kendisini başarılı bulan bir anlayış…
Bu anlamda, Yavuz Özkan’a kendi filmlerinin en katı eleştirmeni de kendisi olmuştur, dersek sanırım çok yanlış olmaz!
Saraybosna’ya 5 günlük bir belgesel çekimi için gitmiş olduğu dönem de Z-1 Film Atölyesi’nin yeni kurulmuş olduğu dönemdir.
Bu dönem, aynı zamanda, “Bir Kadının Anatomisi”nin montajının tamamlanması ve galası üzerinde de yoğun olarak çalışılmaktadır.
Nihayetinde, filmin galası yapıldı ve çok başarılı geçti. Şahsen o süreçte “basın/medya tanıtımında” görev almıştım. O aşamada, Yavuz Özkan’ın Z-1 Film Atölyesi‘ne öğrenci alma, sınav ve ilk derslere başlama ön hazırlıkları da eş zamanlı olarak gündemdeydi. İlk iş görüşmesi esnasında, başlıca konuşulmuş olan konulardandı, aynı zamanda.
Bir Kadının Anatomisi” galasını takiben, özellikle de Z-1 Film Atölyesi‘nin Yavuz Özkan ile birlikte Kurucusu ve Yapımcısı Aycan Çetin başta olmak üzere yoğun bir tempoyla üçlü bir ekip olarak, özellikle öğrenci başvuruları, sınav süreci ve ilk derslere başlandığı süreçte Z-1 Film Atölyesi’nde çalıştım.
O dönem de, Z-1 Film Atölyesi Teşvikiye’den, Cihangir, Sıraselviler Cad. Alman Hastanesi’nin yanındaki Aslanyatağı sokağında bulunan 4 katlı sevimli bir binaya taşınmıştı. Atölye’nin tüm iç dekorasyonu, sınıflar, kafeterya benzeri a-dan-z’ye Yavuz Özkan ile Aycan Çetin, birlikte gerçekleştirdiler.
Son derece sıcak ve öğrenciler ile sinema eğitmenlerini buluşturan, kaynaştıran ve gerek Türk ve gerekse dünya sineması üzerine heyecanlı tartışmaların yapıldığı bu dönemin başlangıcına kısa bir süreliğine çalışma ekibinde yer aldım ve bu sürece tanık oldum.
Bu dönemde, Z-1 Film Atölyesi’nde öğrenci yetiştirmek, onun en büyük hedef ve ideallerinden biriydi… Kayıtlar ve tüm sunulan programlar ücretsizdi. Herkes bunun nasıl olabileceğini merak edip Yavuz Özkan’a doğrudan veya dolaylı sorup duruyordu… Özkan ise bu amaçta ideallerini gerçekleştirmekten başka bir şey düşünmek istemiyordu. Aycan Çetin ise Özkan ile birlikte canla başla sabahın köründen gece yarısına kadar ve buna cumartesi ve pazarları da dahil, Z-1 Film Atölyesi’ni amaçlarına ulaştırmak için ne gerekiyorsa onu birlikte yapıyordu… Z-1 Film Atölyesi’nin o dönemde sinema eğitimi almak isteyen herkese sunduğu bu olağanüstü idealist dönem 3.5 yıl devam etti. Ve bu süreçte, 170 öğrenci kurslardan – seminerlerden ve atölye çalışmalarından ücretsiz yararlandı.
* * *
İşte o döneme kadar sadece Amerika’ya ilk 1989 yılında gitmeden öncesinden bildiğim-izlemiş olduğum “Maden” filmini ve Türkiye’ye geri dönüşte ise “Yengeç Sepeti“ni izlemiştim. Tabii buna bir de o dönemdeki en son filmi “Bir Kadının Anotomisi” katılmıştı.
Ancak gerek Yavuz Özkan ve Aycan Çetin ile birlikte çalışmaya başlamış olmanın gerekse her gün Yavuz Özkan’ın filmlerine ilişkin yeni bir bilgi veya referansla karşılaşıyor olmanın etki ve sonucu, Yavuz Özkan’ın filmlerinin de çoğunu ise bilmiyor olduğumu farkettim.
Kendimdeki bu eksiklikten de rahatsızlık duyarak, bir sabah Aycan Çetin’e, “Yavuz Bey’in tüm filmlerini izlemek istiyorum. İzledikten sonra belki fimleri üzerine bir söyleşi yapmak isterim,” şeklinde önerdim. Sağolsun, varolsun, ciddi bir zaman vererek ve tarayarak, o dönem VHS’lere aktarılmış olan bir çok ve benim görmemiş olduğum filmlerin vidyo kasetlerini derleyip-bana iletti.
O dönemden net hatırladığım bir haftasonu oturup, aralıksız ve ardı ardına ve VHS kasetler üzerinden Yavuz Özkan’ın daha önce izlememiş olduğum filmlerini izlemiştim. O filmler içinde, “Demir Yol”u o haftasonu veya daha sonra halen izlemiş olduğumu hatırlamıyorum.
İşte, Ekim 1995’te Gösteri Dergisi‘nde yayınlanmış olan Yavuz Özkan’ın filmleri üzerine bir söyleşi de, bu dönemin sonucu ve özellikle de sevgili Aycan’ın bu konuda vermiş olduğu destek sonucu ortaya çıkmıştı.
Z-1 Film Atölyesi‘nden, özellikle hem kendim ve oğlumun “Yeşil-Kart/Green-Card“a ilişkin istenilen sağlık raporları ve diğer resmi belgeleri derlemek için koşuşturmam gerektiğinden hem de “Sanatın Labirentlerinde…” kitabımın da Amerika’ya dönmeden yayınını sağlamayı hedeflemiş olduğumdan (bu kitap ancak 2016’da yayınlanabildi!), aynı yıl 1995 Aralık sonu işten ayrıldım… Sonuç olarak, Mart 1996’da Amerika’ya oğlum Barış ile birlikte ve “Yeşil-Kart“larımızı almış olarak döndük.
İşten taa 1995 Aralık sonu Z-1 Film Atölyesi‘nden ayrılmış olmama rağmen, gerek Türkiye’den ayrılmış olduğum 25 Mart 1996 tarihine kadar, gerekse Türkiye’ye gidiş-dönüşlerimde, o kısa dönemli birlikte çalışmaya başladığımız dönem, yaşam boyu bir dostluğun da temellerini atmış oldu…
Ve son döneme ilişkin Mayıs 2018’ten sesi kulaklarımda kalmış olan bir anı…
Şimdi anımsayınca, gözlerim doluyor…
2018 Mayıs ayı ortasında, kızkardeşim Olcay’ın kalp-krizinden bilinci kapalı hastanede yatarken, ben de yanında refekatci olarak kaliyor iken, Aycan telefon etti ve “Yavuz Bey, Olcay’a ‘geçmiş olsun’ dilekleri için telefonda aramak istiyor“, dedi. Ben de “tabii çok memmun olurum“, dedim. Takiben, Yavuz Bey–ışıklar içinde uyusun— aradı ve “geçmiş olsun” dileklerini Olcay için üzüntüsüyle birlikte iletti. Ben de Olcay’ın rahatsızlığı nedeniyle kendilerini ziyaret edemediğimi ve iyileşsin, mutlaka ziyaret edeceğimi ifade etmiştim!
Maalesef, o tarihten üzerinden iki ay geçmeden Olcay iyileşemeyip aramızdan ayrıldı! O zaman, Yavuz Bey ile Olcay’a “geçmiş olsun” telefon konuşmasının da kendisiyle son konuşmamız olacağını nereden bilebilirdik ki…
Ve yine maalesef aradan tam bir yıl sonra, bu kez maalesef Yavuz Bey’de Olcay gibi o büyük “Sessiz Gemi”ye bindi ve “gidenlerin bir daha geri dönmediği“o yolculuğa bir yıl arayla çıktılar…
Oysa, geçen yıl yine 2018’de İstanbulda iken yoğun olarak, “Efsane” filmi üzerinde çalışmakta olduklarını, Aycan Çetin’den biliyordum. Merak ve heyecanla filme ilişkin haberlerini bekliyordum…
Uzun bir süre de Aycan’dan ses çıkmayınca, film çekimi temposuna girmiş olduklarını sanıyordum…
Keşke öyle olsaydı
* * *
Sevgili Aycan, çok haklı olarak özgeçişinde, “Z-1 Film Atölyesi“nde de çalışmış olduğuna ilişkin hiç bir bilgi yok, deyince, o dönem gözleriminin önünden yeniden bir ‘film şeridi’ gibi geçti… Bugünden geriye dönünce, sinema alanında ki çalışmalara New York’tan hiç devam edemedim…
Taaa Mimar Sinan Üniversitesi’nde okurken dahi, bir dönem “Sinema-TV” bölümüne transfer olmayı da ciddi ciddi düşünmüş ve bu amaçla bir yaz, stajer olarak da okulda görev yapmıştım. Özellikle yıl-zaman kaybetmeme düşüncesiyle, yine kendi bölümümde okulu bitirmeye karar vermiştim.
Öz itibariyle, özellikle İstanbul Sinema Festivalleri‘nin takipçisi ve özellikle 1989’a kadar Türk ve Dünya sinemasını yakınen takip ederken ve özellikle de o dönem hep iyi bir sinema filminde/sanat filminde de çalışmayı düşlerken, bu düş’e en yakın dönemi, Z-1 Film Atölyesi’nde Yavuz Özkan ve Aycan Çetin ile özellikle tam da Amerika’ya geri dönüş arefesinde ve o kısa dönemde çalışırken yakalamış oldum.
Ancak, hiçbir Yavuz Özkan filminde çalışma imkanım da olmadı, maalesef!
* * *
O nedenle, genel olarak Türkiye’de yayınlanmış olan tüm yazılarım içinde sinema üzerine bir yazı ve söyleşi kategorisinde, Yavuz Özkan ile olan ilk ve tektir.
1995 yılındaki söyleşiyi yeniden yayına hazırlarken, bu kez de 1995’ten sonrasında ciddi eksikliklerim olduğu suyun yüzüne vurdu!
Artık, edebiyete intikal etmiş ve geride bırakmış olduğu eserleriyle her daim yaşayacak olan Yavuz Özkan’ın (1942 – 2019) gerek daha önce izlemiş olduğum ve gerekse hiç izlememiş olduğum tüm filmlerini, yine Aycan Çetin’den İstanbul’da gittiğimde rica ederek izlemeyi de, bu noktadan sonra kendime bir görev addediyorum.
Ve bu yazının ilk giriş cümleme dönecek olur isek, gerek Türkiye’ye 1993-1996’da ki geri dönüş dönemimin son döneminde, topu topu bir kaç ay (5 ay kadar) içinde olsa, o kısa süreçte çalışmış olduğum Z-1 Film Atölyesi süreci Gösteri Dergisi söyleşisinin “YAVUZ ÖZKAN ANISI’na” yeniden yayınlanmasına ve aynı zamanda bu “Anı” yazısına da kaynaklık etmiş oldu.
Z-1 FİLM ATÖLYESİ HAKKINDA:
Yavuz Özkan ile Aycan Çetin’in birlikte 1995 yılında kurmuş oldukları Z-1 Film Atölyesi, Türkiye’nin kendi alanlarında en başarılı sanatçı, akademisyen ve aydınlarından oluşan 33 kişilik öğretim kadrosuyla, üç yıl boyunca (1995 – 1998) ücretsiz sinema ve iletişim eğitimi verdi. ATÖLYE’de 1998’e kadar hiçbir yerden maddi destek alınmadan 170 öğrenciye eğitim verildi.
Z-1 Film Atölyesi tarihçesi ve detaylı bilgiye bu bağlantıyı tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Sosyal Medya: @turkishlibrarymuseum @lightmillennium
#lightmillennium
Linkedin @The Light Millennium Twitter: #TurkishLibraryMuseum
The US Turkish & Library Museum (TLM) web sitesi, The Light Millennium kuruluşu bünyesindedir (2001, New York). Bu sitede ki yayınlar, etkinlik ve bülten içerikli yayınlar hariç, yazılı izin alınmadan kopyalanamaz-çoğaltılamaz. Teşekkür ediyoruz. TLM.